Temmuz 29, 2009

Külkedisi


Reflekslerin sessiz rüzgarları
Süpürür tozu dumanı
Yutturur saf kıza
Aşkın çürük peynirlerini...

Tahtaların oyulmuş kısımlarından
Tahtakuruları sızar dışarı yavaşça
Amaçsız insanlar mevkiinde
Hizmetli tabiki bizim külkedisi

Birtakım mağara adamları
Üşüşür başına durmadan
Hırpalanır,tökezler ayağı
Yolunu kaybeder
Dolanır ayakları sarhoş bedenine

Kalabalığı yarar geçer bir aşık
Gözleri derin gözleri yaralı
Sessizliğin buğulu müziği işkence
Yavaş yavaş yaklaşır adımları
Eğilir tutamaz sevdiğinin ellerini
Sonra yavaşça uzatır ellerini aşığına
Amaçsız külkedisi...
Yorgun ve bitkin
Dünyanın alaca renklerini göremez olmuş o güzel gözleri
Tek bir kelime var:
'Bir öpücük dindirecek acıları'
Süründürecek kötü bir ruyayı
Kabuslar bir büyü gibi sarmışken
Etrafta yeşille karışık bulutlar olacak
Kaçışır bütün insanlar dünyanın çirkinleri
Saçları dalgalanır kırmızı pelerininin altından
Islak ayaklarından çekilir gölgeler
Soğuk ateşle yıkanır elleri

Sevgiyle karışık yakarışlar
Aşk geri gelir ve yere eğilir
İnsanların kaçışan bakışları şimdi donuklaşır
Güzelliğin şiddetli parfümü yayılır etrafa
Bulanık düşünceler kaybolur
Sonsuzluğa mutluluk külkedisi rüyalarında...

Temmuz 22, 2009

Benim Hüzünlü Perdemin Kırılan Okları

Baş rolleri belli olmayan birkaç insan topluluğu var şimdilerde karşımda.Büyük bir kitle...Oturduğu yerden doğurgan eleştirileriyle her gün çoğalıyorlar.
Sıradan göçebe konular açıyoruz.Benimle not alıyorlar,kaydediyoruz.Öyle pek sıradan bir iş değil koyuldukları şey karşımda.Konuya hemen girmek gerekirse pek bir naziğimdir normalde eleştirilere karşı değer veririm ama konuşulan mesele kaçamak yazılar diye nitelendirilmesinden hoşlanmadığım şiirlerim...Ama karşılarında oturup bana sordukları soruları pek bir can kulağıyla dinleyesim gelmedi ve tam olarak bir savunma hazırlamış değilim bu yeni yetme olmayan (köklü) çocuklar adına...
Neden şiir yazdığım hakkında bazı yorumlar var ve konuşmada soruların arkası kesilmedi...Ciddi bir konu tabi ki edebiyata girmek isteme ve adım atma meselesi ama sorular bayat ve sıradan olunca...
'neden şiire bir meyil var?'
'hikayelerin ucu ne oldu kaçtı mı tekrardan yakalayamamak kötü olsa gerek?'
'roman yazan adamdır demiyorum ama şiir ucuza kaçmak gibi;bir kaçamak gibi ya da bazen kısa kestirip atmak gibi.'
evet biraz sinir bozucu tekerleme tarzı yadırganması gereken sorular...
Hatta yazdırıp,giydirip,süsleyip sahibine teslim ediyor olmam bile enteresan gerçeği bunun adına bir şiir yollayabilirim lafın geldiği yöne paket servis :D

Yeni yeni kendimi bulduğum şu yolda -şiir yazası gelmek- bence pek bir olumlu gelişme.Bazı insanlara fikir akımlarının en sıcak dalgasını yarattığı hatta bazı insanlara göre ise halka açık plaj,mini etekli bay-bayanlar gibi sert tabirleri de var.Bende ki kavramı ise özgürlük,kıymetli ve dokundurucu hatta bazen 'düşünce fişekleme makinası'tabirini bile kullanıyorum.Eğer sevgili eleştirmenlerim için konuşmam gerekirse eskim ile yenim arasında köprüler bayağı bir kopuk...
Hikayelerin her ne kadar çarpık gerçekliği olsa bile sonu geliyor diye düşünüyorum ama şiirlerde bu durum pek aynı değil.Şu bazı insanların kaçamak tabirlerini içermiyor.Çünkü o kadar (içtenlikle söylüyorum) saf ve bir o kadar da kaba bir açıklıkları var onların ve normalde eleştiri yapanların yüzlerini bu şiirlerde gizledikleri büyük bir gerçek :) örtbas etmek gerekiyor bazen...
Şiirlerin bu dürüstlüğünü seviyorum;hayatın dobralığı onlar ve insanların kendi denizlerinde boğulmalarına izin veriyorlar.Pek fazla bir şiir geçmişim olduğu söylenemez ama bir kitap yapmaya bir tanesi bile yetebilir kimi zaman.Benim 18 kere göz kırpmışlığımı anlatıyor özetle bir kelimede...Tüyler ürpertici şimdi bile yazmak geliyor içimden ve ulaştırıyorum insanlığa bir faydam olacaksa bunu geliştirmeyi de düşünüyorum çünkü çoğu zaman hüzünlü perdelerimizi aralayamıyoruz.Çarpık gerçeklere asılı kalıyoruz ve okuyanların yazdıklarımda bunu bulmasını istemek isteyebileceğim güzel şeylerden biri...

Bir tünelde bir yüzük atılıyor
Bir yerlerde uzak olmayan
Rüzgarı değiyor fısıltıların
Saçlarımıza ağır ağır
Hatta bir kapı kapanıyor
Aynı anda yavaş yavaş bir erkeğin suratına
İstemeyerek bir 'of' çekiyor
Ayakları çıplak adam
Gözleri çölün karanlığı
Tırnakları yosun tutmuş
İçindeki saklı krallığa yolculuk yapıyor
Binbir çeşit insan
Aynı anda
Farklı gözlerle...

Temmuz 19, 2009

Kum Denizi


KUM DENİZİ

Saatler dükkânında çalınan bir saat
Tik taklarıyla gün ortasında herkesin kalbini durdurmuş
Kolunda bileklikler
Gözleri kapkara ateş tanrısı
Sırtında sallanan çocuğunun ayakları…
Gelen bir çingene
Gelen bir zaman hergelesi

Gün ortasında güneşe sırtımızı dönen biz
Ne o eğlence vakti Rüyalar parkında
Sözlerin karmaşası
Aş, iş, aşk kavgası…

Sevginin sözcükleriyle oynaşırken
Zamanın cüzdanından soygun yürütürken biz
Kelimeler içimizde orada bir yerde sıkışırken
Büyürken bir yerlerde gözü kapalı
Kum deniz yapar yığınlarıyla
Kum deniz kusar içinden

Hergele çingene neler getirdin aklıma
Şimdi isteklerim daha büyük daha kara senin gözlerinden
Sinsi duvarlarından atlarken numarasını çeviririm beni arayan erkeklerin
Al senin olsun her şeyim
Yaşamak istemediğim gerçeklerim
Denizlerim kum denizlerim

Ben yok olurken silinirken bu rüyadan da
Sadece bir istek
Adımı kuma kazıman
Kum denizlerime…

Temmuz 07, 2009

Bizim olan

Karanlık yutsun
Geceler boş ve sınır tanımayan
Işıklar el vermesin
Yüzün görünmesin şimdilik aydınlığa çıkmadan
Kara bulutlar kaplasın her bir yanımızı
Dünya sarhoş etrafımızda dönüyorken amaçsız
Senin sandığım göklerin benim olsun
Nefesini her içime çekişimde
Nefes al durma nefes al
Özgürlük şimdi kulaklarımızda hoş bir tını
Sular çekilsin sahillerinden
Yalnızlık sarsın etrafını
Tıpkı
Tıpkı benim aşık olduğum
Dört duvarım
Gibi
Benim olmak istediğinde yalnızca
Benim ol seni bambaşka yaparken
Ne hoş bir şey gülüşmelerimiz uğultular bazen…
Bazen aramızdaki koca yalnızlık
Ve sessizlik devir daim
Ama sen aşkı tadamayacaksın
Benim gibi
Benim duvarlarım gibi
Sorular hep var olacak dünyanda
Dünyan benim olduğunda
Bilinmez bir sarhoşluk olacak
Yine de aşkı tadamayacaksın
Seninle olacak fikirlerim
Düşüncelerim senin olacak
Sen benim olacaksın

Hayatı Çekerken Kenara

...
Yolda bir meteliksiz
Akşamın bu saatinde
Gurursuz karısı elin sübyancılarına sarkar
Arkadan tren sesleri
Hey gidi Madagaskar!
Birası elinden düşmeyen ayyaş
Cebindeki metelikler yola saçılır
Boş bulunduğu besbelli
Yine de mutlu birasıyla birlikteyken…

Ayyaş katip çeker kenara
Durur Beyoğlu’nda yosmasıyla
Elinde cigara
‘Pardon ateşiniz var mı?’
Sübyancı bu esrarkeş değil ya
‘Buyur’
Yanında yeni yetme çocuklar onunda
Yazık ne anlasınlar
Olsun mutlu onlar da halinden
Birileri kandırılırken diğeri haz alır ya

Kafayı çevirip bambaşka sahnelere geçerim
İşte birkaç müzisyen bozuntusu sokak arasında
Eli cebinde kanlı yaşlarıyla ben
Unutmadan bir öpücük kondurmaya geliyorum yanına
Masumane ama tiksinti uyandıran cinsten
Çapkın psikolog ne der acaba bu umursamazlığıma bir o kadar hayat doluluğuma…
Dün ayrıldım ruh eşimden hiç görüşmediğim sevgililerimden

Dünya bin bir çeşit sorunla dönüyorken
Bazılarının hiç umurunda değil sadece varsayımlarda
Sabaha karşı çıplak bir kadın evde
O,küvette buzlar içinde, sere serpe
Gövde gösterisi palyaçoların
Hangi kanla yıkandığı belli belirsiz
Bir kadın bir erkek onlar da mutlu hallerinden

Dudaklarımda, saçlarımda, ayaklarımda kuş tüyleri
Beyaz her taraf
Şimdi çok daha yorgunum
Güneş ayaklarımdan çekilir
Gecenin karanlığına bırakır biz günahkârları
Yatağımdaki yabancı perdeleri çeker
Hoşça kal hoşça kal boş sevgiler…

Temmuz 03, 2009

Drunken Butterfly

09.06.09


Bugün rüzgâr solgun
Deniz durgun
Hüzün perdeme konmakta
Bir yaş daha kaymakta hayattan
Dün bulutluydu hava
Bugün güneşli

Biçimsiz dünya
Garip Maviler Cehennemi

Hayaletler peşimden koşmakta
Vurgun yedim bugün
İster sevinirim ister üzülürüm
Nasılsa dünya benim olmakta

Şuan bütün sarhoşlukla , mayhoşluklar
Bir boşlukta…
İçimde oluşan cehennem çukurunda

Beyaz orman
Gel beni kurtar
Izdıraplarımdan…

Bilinmezlik gezegenine çek
Ben boğulmaktayım
Nefesim durmakta
Donuk kalp atışlarım
Dalmaçya rüyalarımda
Ben savaşmaktayım
Şeytanlarım benim olmakta

Oyuk bir müzik
Beni baştan çıkartmakta
Bacaklarımdan kara sular akarken

Sevgililerim
Kan kırmızısı gökyüzülerim
Gözlerimdeki ateş renklerim

Filozoflar Parkına hoş geldiniz
Numara: 11
Sokaklar benim göğüslerim..

Düşler Uzakta

Aradığım düşler burada mı merak ediyorum
Ucuza sattığım düşler…
Kolye ucuna yazdığı bir harf kiminin
Kiminin dudaklarına değen sigarası

Kirli çamaşırlar gibi ortalığa saçtığımı biliyorum düşlerimi
Balmumum eriyor
Göz bebeklerim bir büyüyor bir küçülüyor hemen şimdi
Aradığım düşler kanepede uzanmış uyuyor
Bir eli karnımın üstünde diğer eli karnının…
Elleri sevdaların nemli dudakları…

Büyük pencerenin önünde yan yana duruyoruz
Seyrediyoruz rasgele geçenleri
Gözlerini dikmiş bakıyorsun
Kamburu çıkmış bir ihtiyar sopasıyla
Kim bilir ne düşünüyorsun…

Seni inceler oldum bir anda
Hiç kaçırmadığım gözlerim
Bir anda kırpar oldu

Nerede ne zaman kaç kere yaşadık kim bilir
Bu sahneyi
Kaç kere kaydettik bunları not defterine
Telaffuzu zor
Dudakları kurutan birer dalga kabuğu
Birbirini tamamlıyor
Yine ,yine ve yine…
Uzaklaşamıyorum aradığım düşlerimden
Bir adım bulut mesafesi kadar uzakta…

Ucube Düşler

Cebim delik
Paralar taşacak bir boşluk bulmuş
Düzensiz ve nedensiz yere saçılıyorlar
Sesleri geliyor ama ellerim meşgul…

Ne alaka bir katilin portresi geliyor gözümün önüne
Yok etmeye çalışıyorum
Ressamın kırmızı boyasından
Mücevherleri çalınan şişman kadına kadar her şey
Hislerim farklı tabi
Beynim bir yandan uyuşurken bunları söylüyor

Hangisi bir kasap uğruna
Uçurumdan atlıyor ki
Hangisi ucuz bir yosmanın tasması oluyor
Bir fikrim yok
Kısa düşünceler…

Bütün bunları düşünürken
Kalbim ıslak teninin üstünde atıyor
Hissediyorum
Gülüşlerime aldanıp benle konuşma gibi bir planın var oysa
Sadece eğleniyoruz
Dünyayı sallıyoruz
Yatağın altına sakladığımız kartlarımızı arıyoruz

Ucube düşlere dalmak eğlenceli
Benzer özellikleri göstermek sıkıntı yaratıyor bazen

Fikirler çeşitli muhteşem gezegenler
Ellerimin arasından kayıp giden
Bir çeşit insan figürleri
Senin gizli yaşantın
Oyuk duvarlara yerleştirilmiş ufak kağıtlardan ibaret
Onları okuyorum çoğu zaman ucuz bedeninle sarhoş olmadan önce

Baş Rahibenin Irzına Geçmek

insanın kağıt üstünde
kıçını açması
kimilerinin ödünü patlatır
ve patlatmalıdır da:
yazdıkça
kendilerine
"eleştirmen"
sıfatını yakıştıranlara karşı
gardın düşer.
kaçıkların harbi tuhaflıklarını
kendilerine yapılmış
hakaret sayarlar.
şiirin gizemli
munis ve
neredeyse anlaşılmaz
olmasını yeğlerler.
yüzyıllardır bozulmadı
oyunları.
züppelerin ve
sahtekarların mabedi oldu
bu şiir.
mabedin karıştırılmasını
baş rahibenin ırzına geçilmesi ile
bir tutarlar.

ayrıca, karılarını,
arabalarını,
sevgililerini,
ve üniversitedeki işlerini
kaybetmeleri de
demektir.

akademisyenlerin korkması için
neden çok
ve kalleşçe savaşmadan
ölmeyecekleri kesin

ama biz çoktandır
hazırız

ara sokaklardan geliyoruz,
barlardan,
cezaevlerinden,

onların şiiri nasıl yazdıkları
bizi ilgilendirmiyor

ama farklı sesler,
yaratmanın
ve yaşamanın farklı yolları olduğunda
ısrarlıyız

ve sesimizi duyurmak,
duyurmak,
duyurmak
niyetindeyiz

yüzyıllardır süre gelen bu
muharebede.

geldik
ve
kalıcıyız,
böyle
biline.

charles bukowski

Sappho'dan...

Kız sürüsü bir heyecan kalbimde sırnaşık bir sarmaşık
flüt çaldı bütün gece aşkın gizemli sesi geceler rana
maziyi giyinen genç yanınla
Anaktoria,Gyrinna, Attis saçında çiçekli kızlar
eteklerine sarhoşluk bırakarak dans etti gecelerde
paralara yüzün düştü ince seramiğe gizin
otağında efsunlu tüller salınırken
şiir tuttun ateşli gecelerin yatağında
yandı yüreğin lesbos adasının sakin sularında
lavanta saklardı kadınsılığın yalnızlığa
çekmecende iki damla mumlu gözyaşı
dizeler geçerdi yanı başından aldırmazdın
görmezden gelip sonra hepsini kucaklardın
sevgili sanırdı aşklı yanın ki yanılmazdın…

saten uykularda dinlenirdi yorgunluğun
kuş tüyü dokunuşlarda bir avuntu
sevişken rakslarda ince bir tebessüm
diline düşünce üzüm tanesi karasından
içerdin nice sözü morumsu sakinle
gecenin ağılı yerleri kasıklarında beyazlaşır
ıssız yerlerde açardı düş karartıların…

törenler,düğünler yaşardı kızların
elinde bekaret çiçekleri utangaç
salındıkça salınırdı gecenin alevli yerleri
yaşamak uyanıkken de vuslat
şarap düşerdi beyaz tenine sızarak
ellerinde oyalanır dudaklarını boyardın
bordo akşamlar üşüşürdü başına
en kuytularında ay gülümserdi ak pak
sarıl sözlerine sappho zaman kırgın sana
papirüs yapraklarında kaldı dilin
bedenin mumyadan bir tabakada…


gel uykuma söz sarmaşığı otur usulca şarkılar söyle bana
yitirdiğim rüyalı yanlarıma…

Bir Mizaç Problemi

ayın 17'sinin gecesi
bütün gece boyunca radyo çaldım
komşular alkış tuttu
ev sahibem ise kapıyı çalıp
şöyle dedi

LÜTFEN

LÜTFEN

LÜTFEN

ARTIK BURADAN TAŞIN,

çarşafları kirletiyorsun
sonra o kan nereden geliyor?
asla çalışmıyorsun
uzanıp radyo ile konuşuyorsun
ve içiyorsun
bir de sakalın var
bir de her zaman budalaca sırıtıyorsun
ve şu kadınları odana getiriyorsun
saçını da asla taramıyorsun
ayakkabılarını da cilalamıyorsun
gömleklerin de hep buruşuk
niye buradan ayrılmıyorsun?
komşuları mutsuz kılıyorsun
lütfen hepimizi mutlu et
bize bir iyilik yap
ve buradan çek git!


canın cehenneme bebeğim, diye
anahtar deliğinden tısladım; kiram
Çarşamba'ya kadar ödenmiş vaziyette.
tanınmayan bir Alman sanatçı tarafından
yapılmış suluboya nü bir resmi
sana gösterebilir miyim?
Onu $ 1000'e sigortaladım.


katı yürekli bir şekilde
holün sonuna doğru yürüdü gitti.
sanattan pek anlamıyor. Onu
çıplak görmek isterdim
belki de özgürlüğe kavuşmak için
resim yapabilirdim. Olmaz mı?

Bana Aşkını Getir

...
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların, ayyaşların, hapishane
kuşlarının, uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
Charles Bukowski

Yasak Sevişmek

öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

Attila İlhan

PHOEN I X

Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi günışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından

Edip Cansever

Kirli Ağustos

O da var olanın ağır ağır yokluğu
Şurda bir gündüz kımıldamakta
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri
Gibi bir gündüz
Kalın kabuklarını kaldırır doğa.

Düşer bir balıkçının tersi olan şey
Kirli ağustos! beni oradan oraya götüren eşya
Aklımda üç beş otel ya kalır
Ya kalmaz üç beş otel aklımda
O da değil bir otelin kendisi
Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi
Bir de kahverengi alevlerden yapılma.

Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! göz kapaklarımı da yaktım sonunda.

Edip Cansever

BENİ ÖP SONRA DOĞUR BENİ

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

Cemal SÜREYYA

BALZAMİN

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
İş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.

Cemal Süreyya

SONNET

Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek..

Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde 'of! ' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte..

Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..

Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık..

Turgut Uyar

Kır Tanrısının Başı

İçinde öpücükler uyuyan
Görkemli çiçeklerle donanmış,
Yaprakları nakış gibi oyan
Mücevher kutusu, altın bir baş

Beyaz dişleriyle, Kır Tanrısı
Kırmızı çiçekleri otluyor
Ağzında şarap ve kan tortusu
Bakıp bakıp gülmekten çatlıyor.

Kaçtı arasından yaprakların,
Yüreğinde korkunç kahkahanın
Ürpertisi, düşünüyor, şaşkın
Altın öpücüğü ormanın.

Arthur RIMBAUD

Asılmışların Balosu

Balıkçıl darağacında
Selahattin'in şövalyeleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan'ın şövalyeleri.

Yüzleri buruşuk, küçük, kara kulakları
Çekmiş sayın Belzebuth bir iple gökyüzüne
Oynuyorlar şakırdadıkça kunduraları
Tutulmuşlar bir Noel ezgisinin hüznüne.
Kara orglar gibi ince, uzun kollarını
Bak şimdi kucaklıyor çarpık, küçük kuklalar
Bir zamanlar aksoylu hanımların sıktığı
Bilekleri iğrenç bir aşkla dokunmadalar.
Hoyda! şen oyuncular, artık düşünmeyen baş!
Takla atılabilir sehpalar öyle uzun!
Hop! Bilinmesin artık bu ya da dans ya da savaş!
Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth'un.
Ey bundan sonra sandal giymeyecek ayaklar!
Hepsi derilerinden gömleklerini sıyırmış:
Ama böyle çok daha memnun görünüyorlar
Başları üstüne kar beyaz bir şapka örmüş.
Titriyor bir tutam et arık çenelerinde
Çatlak kafalarına sorguç yapmış kargalar:
Çarpıp karton zırhlara gözüpekler, yiğitler
Ölü karanlıklarda sanki dolanıyorlar.
Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz!
Darağacı inliyor demirden bir org gibi
Koşuyor ormanlarında aç kurtlar avaz avaz:
Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi.
Hoyda, beni de alın yaslı kabadayılar
Kırık parmaklarından geçen sessizce, bir bir
Bir aşk tesbihi solgun omuriliklerinde:
Bura manastır değil, ölüler ülkesidir.
Oh! işte ortasında ölüler dansının bak
Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzünde
Sürüklenmiş boşluğa, at gibi şahlanarak
Sanki katı ipi boynunda duruyor yine.
Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını
Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla
Ve bir soytarı gibi barınağa girip
Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.

Balıkçıl darağacında
Selahattin'in ölüleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan'ın şövalyeleri.

Arthur RIMBAUD

Çapkın Kız

Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan,
Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum,
Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken,
Yeter ki karnım doysun, aldırmayıp yiyordum,

Rahattım - oh ne güzel çalar saatin sesi-
Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş,
Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş,
Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.

İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım
Belçikalı kızları bakışından tanırım,
Fazla çatal kaşıkları masadan topladı,

Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana:
Bastırıp parmağını şeftali yanağına,
"Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın" dedi.

ARTHUR RIMBAUD

Onun Şarkısı

Seni ilk gördüğümde
Senin olmayı istedim bir an önce
Seni ilk öptüğümde
Eskiler silindi dudaklarımdan

Hayatıma girdin sıcaklığınla
Aşkını verdin bana
Hiç korkmadan,düşünmeden

Rüyalarımdaydın derin uykularda
Kalbini verdin bana
Hiç korkmadan,düşünmeden

Seni ilk sevdiğimde
Senin kalmayı istedim tüm ömrümce
Beni ilk üzdüğünde
Kaçıp gitmeyi istemedim bir an bile....


Yavuz Çetin'den

Yalnızlık

Sahil sakin ve sessiz
Motel ışıkları durgun deniz
Karşıda bir balıkçı teknesi
Kırık dökük iskele
Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşi özlemi...
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi..
Sahil sakin ve sessiz
Güneş ısıtmıyor artık tenimi
Sonunda yağmurlar geldi
Bu kumsaldan göçmek vakti
Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşin özlemi...
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi


Yavuz Çetin'den...

Geçmiş Yaz

Gövdemden sızan sular gibi
Akıp gitti bir yaz daha
Sevişmelerle gündüz vakti
Ve beyaz öğle uykularıyla

Bir yazdı artık geçmiş olan
Oysa hala tenimde tuz tadı
Aynı ağlardan çıkardığımız
Bir akşam güneşiyle balıkları

Bir yazdı uzak Gürcistan'da
Kıyısında kartal dağların
Mavi gözlü bir göl bırakan
Düşlerine çocukların

Bir yazdı yaşanan her saniyesi
Ve şimdi kumsaldan eserken rüzgar
Üşür bir deniz kabuğu belki
Ve küçük bir kızı anımsar

Ataol Behramoğlu

Ağustos Konuğu

Odama bir an giren uçucu bir böcek
-Arıdan irice, kanatları renkli-
Dolaştı bir süre, vızıldamadan.
Sonra bulup yolunu pencerenin
Çıkıp gitti

Bir öykü çeviriyordum Çehov'dan
Masamda bira bardağı
-Odam, kitaplarım,olağan dünyam-
Tül perdede ağustos ışınları

Tanık oldu yaşamıma
Bu uçucu böcek, sadece bir an
Çıkıp gitti sonra
Tıpkı yaşamıma bir an katılan
Sonra yitip giden bir sevgili gibi

Ataol Behramoğlu

Temmuz 02, 2009

Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz

bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter

bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlayacak

bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuzbucaksız

bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine
ay'dan kendi sesini dinleyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın
iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm
dağlarda silah atmayı sevdim
ben ki silah taşıdım gizli gizli
dünyanın bütün devrimlerine
boşuna dönmüyor bu rotatifler
boşuna bağırmıyor bu kara
boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı
anamın aksütü gibi biliyorum ki
doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler
ama mutlaka

karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
ben direndim yorulmadım
o yorulup yıkılmayacak


Hasan Hüseyin Korkmazgil