Kasım 30, 2009



Usumuza bir aydınlık düşüyor
Geri dönüyoruz geleceğe
Boş hayatlara satıyoruz kendimizi
Oyunsa oyun
Kurallar,yıkılan kurallar
Egolar ve ihtiyaçlar...

Dönüyoruz başa
Ve her günü tekrarlıyoruz
Özetler yığın yığın

Bu güzel bir günah
Aklımızı kapatıyoruz ve en iyisini hissediyoruz kimi zaman
Vanilya rüyalar
Vahşi derin sevgilerle yok oluyor
Hırpalanan duygular
Yerini büyüyen yalnız boşluklara bırakıyor
Başka neye ihtiyaç var ki sanki bu boş şehirde
Bu boş odada
Bu boş yalnızlıkta..

Bozuk Ağızlı Tanrılar


Onları kaçırttı
Son insanda adayı terketti

Oyunları bozulan tanrılar
Hoşçakalın.

Başaşağı düşünceler sarkıtıyorduk
Ne oldu sanki
Ne oldu da düzenler bozuldu

The blonde bombshell



Ölülerin büyük yönetmenleri
Her gün farklı bir şey bekler
Dudaklardan,tenlerden,oyuklardan..

''I was stunned. I just stood there. The room was so silent that I could hear tyres screeching on Santa Monica Boulevard.''

Kasım 12, 2009

Hitaben..

Every me & Every you


Karanlıkta daha güzel...
Birbirine karışan sesler
Ucuz hıçkırıklara boğulan on yaşındaki bir kız kadar
Kör duygularım

Şimdi kapının arkasında
Beynimi emen yedi cüceler
Kaybolmaktalar
Duyuyorum
Biliyorum prens, duyuyorum.


Böylesi daha güzel
Beni ve benim şeytanlarımı
Yalnız bıraksınlar

O zaman hatırlarım
Kara günlükleri yakışımızı
'Sen ve ben'dik
Ateşin karşısında saatlerce oturup
Donuk bakışların dumanla kayboluşunu izlemiştik

Her şey bir bir yok olana kadar
İzlemiştik...
Sonra bir müzik açıp dinlemiştik usulca dağınık yatağına uzanıp
Nefes almayı unuttuğumda beni iyileştiriyordun
Orası kolay

Şimdi seni sensiz düşünüyorum.
Yağmur böyle güzel değil
Gözyaşlarıma karışıyor

Ben bir metal paraymışım şimdi yere düştüğümde
Sadece kulaklarını çınlatabiliyorum...

END

I'll Be Yours




I'll be your father,
I'll be your mother,

I'll be your lover,
I'll be yours

Yours...
Y

Kasım 11, 2009

Smile like a sun drunken, back over time


sen de kimsin :)

O da böyle der...

evet evet o kız...
her zaman gördüğümden farklı...
maske takmış
beyaz, bembeyaz üstüne kalp camlarıyla gözlükleri
şaşkınlığımı gizleyebilirim ama öyle bir şey değil
bir anlam veremiyorum sadece
neden bu maskeyi takmış
karşısında onu azarlayan insanlar mı var
güçsüz ve yorgun yürüyor bugün
halbuki o hep...



acaba bu onun verdiği cevap mıydı?
yoksa hiç sorulmayan soruların cevabı mı?
bekledim ama hiç gelmedi
biliyorum
kendi kendime soruyorum
başka ne yapabilirim ki
gerçek hep gerçek
ve gerçek heryerde karşıma çıkıp benimle alay ediyor
şimdi de
farkındalıklar
ve bulutlardan biri daha geçip gidiyor
yağmurun hızına aldırmışlar
onlar böylesine yoksul bir dünyadalar
başımı çeviriyorum
o hala yorgun yoluna devam ediyor
kim bilir hangi soruya cevap arıyor...


evet! hiçbir zaman tam not alamadım
hiçbir zaman senden geçemedim ben
hiçbir zaman elde edemedim duyguları
yüzünü tutamadım boş sokakta
gözlerine bakmak istedim
uzaktaydın
çok uzakta
tanısaydım belki de
yağmur kadar yakın olucaktım sana
şimdi sadece yürüyoruz farklı yerlere
farklı bambaşka yerlere
belki hüzünlerin mor pipetleri ellerinde
ellerimde onlar sana o kadar yakınken
ve uzaktalar bir mor salkımdan yere düşen çiğ kadar
bugün de tamamlanmak üzere gün
ve bir akşam daha geliyor

ama...

yarım hikayeler
yarısında biten kalemler var elimde
ve beni yarım suratla karşılayan kadınlar var...
yeni bir kapı açmadan onlardan biri
senle ilgili bu hatırladıklarımı yazmam gerek

veda

tatlı rüyalar
tatlı hüzünler

Kasım 08, 2009

CLAUDE DİYE BİR ÜLKE

claude diye bir ülke siyah palmiyelerin
değişerek her gece genç kızların öptüğü
yanlış erkekler gibi çizdiği raphael'in
şüpheli dudakları ayva tüyü

cladue diye bir ülke kuşların ürküttüğü
tüylü sevişmesi yağmurlu geyiklerin
kırık masallarının uzaktan göründüğü
lesbos adasındaki bitmemiş şiirlerin

cladue diye bir ülke mermer prensesin
ağzıyla emdiği yılanların sütünü
o kadar korktuğu ibranî peygamberin
ay doğunca yaşayan ay batınca ölü

radyoaktif etkilerle saçların birden
balmumu bir heykel başında uzaması
röntgen yansımaları seramik gözlerinden
ellerinin inatla göğsünü araması
boşlukta katılaşan bir kadın kahkahası
akvaryum yeşili flamand resimlerinden
kaşlarının aynalarda incecik alınması
her şimşek çakışta kendiliğinden
sebâ melikesinin odalık hareminden
kuduslü bir kızın âzeri ağlaması
servirû sultan'ın yahudi dişlerinden
çıplak ten aydınlığına işleyen sızı

claude diye bir ülke neuilly'de damgalanmış
fransız pullarının paris laciverdine
kendinden başlayarak herkeste yanılmış
rüyalar işleyince eksik erkekliğine

claude diye bir ülke hiç kimse uğramamış
okyanus diplerinden yoğun sessizliğine
dünya haritasından oyulup çıkarılmış
uluyan bir köpek bırakılmış yerine

Attila İLHAN

Kasım 05, 2009

Mark Chagall's


Bana Tanrımı geri ver


Ellerini açmış ne bekliyorsun?
Saçlarını çek bilge adam.

Söz verdiğin yerde ne duruyorsun?

Kaçan günleri geri getirmek uzun sürer.

İki yüzünde çirkin biri bana benzer

İçimde karışık bir sargı
Çözdükçe birbirine dolanan.
Umutları yere düşüren.
Gözlerim şimdi tamamen kapalı
Ellerim seni bekleyen.

Usumuza Dokunan Taze Bir Düşünce Oku


Kıyıya inelim...

Salalım ağzımızı suya

Avlayalım tazeliği suda


Yerden bir çakıl alalım
Varoluşun ağırlığını duyalım.

Sohrab Sepehri

Kasım 04, 2009

havada yakalamış

şarkıcı 50 dolarlık purolar içer
ve sahneye çıkıp şarkı söylemeye başladığında
kadınlar ona külotlarını fırlatırlar.
bazı külotlar çantalarından çıkar
bazıları ise üstlerinden.
aşk şarkıları söyler,
istedikleri de budur zaten,şarkı
söylerken sallanıp terler
biraz.
Sinatra'yla kıyaslanmaz tabii ki
ama iyi birine benziyor-
bir enerji dalgası yayıyor,bahçıvanım
ya da tamircim olsaydı
severdim onu muhtemelen.

tanıdığım bir hostes bana bir keresinde
şöyle dedi:''domuzun tekidir.uçuş sırasında hosteslerden birini
tuvalete sokup düzdü ve
kız bel soğukluğu kaptı.adını duymaya bile
tahammülüm yok artık.''

alın işte:aşk bir kez daha çuvalladı.
böyle bir yerde yaşıyoruz ve sürekli başımıza geliyor.

ben hiç bel soğukluğu kapmadım ama ben de
külot bombardımanına maruz kalsam
birkaç kez kapmış olurdum
muhtemelen.

ve şarkı söyleme tarzına zararı dokunduğunu da
sanmıyorum.parayı onun için
ödüyorlar.

Charles Bukowski

Amerikan Edebiyatı II

kişisel olmak en iyisidir.tanıdığım bir profesör var,
bir keresinde birlikte bira içiyorduk,bana,''yazılarında
nasıl bu kadar kişisel olabiliyorsun anlamıyorum,
utanç verici değil mi?''diye sordu.

yanılıyor,her şey kişiseldir.
tarih kişiseldir.sabahları perdeyi
çekmek kişiseldir.bira içmek de öyle.soyut olan da.
nesne de.tahta kuruları ve nevronlar da.

ve hiçbir şey,
hiçbir şey düşünmeden bir merdiveni
çıkmak kadar kişisel değildir.ben sık sık
saatlerce hiçbir şey düşünmemeye bayılırım.

bu profesör,ben gece bekçisi ve sirk hamalı
olarak çalışırken çok fazla ders vermiş
anlaşılan.ona söyleyebileceğim bir şey yoktu
ama elimden geleni yaptım:''biranı iç,''
dedim,''ve karından söz et bana.''

birasını içmekle yetinince
ben de ona kendi karımdan söz ettim.

Charles Bukowski

Kasım 02, 2009


However far away..
However long I stay..
Whatever words I say..

I will always love you.

I whispered

Zordurak

Kar,tepelere yağıyordu
Beyaz büyü
Şimdi korku koleksiyonlarını hazırlamış
Yola çıkmış
Uzaktan...
Sislerin arasından...
Çirkin yüzler,yaşlı yüzler görülüyordu
Gürültülü ve bozuk ağızlar...
Küfürler duyuluyordu...
Asla bilinmeyeceklerdi
Günün birinde
Sonsuz yolculuklara doğru uzanacaktı
Hepsinin bitkin bedenleri...
Uzaklara,çok uzaklara doğru...
Ölümü bekleyecekti günün birinde her biri
Ve her biri bir gün göğe yükselecekti herkes gibi
Rahipler,imamlar onlar bunlar dualarını esirgeyecekti onlardan
Esir kentlerden değildi bu yer
Öksüz şehirlerden ya da onun gibi işlemeli köylerden...
'Zordurak'
Zordurak yolcuları hep ağlamaklı hep üzgün.
Şimdi karlar biter
Ve biz yolumuza devam ederiz
Bir durak ileri ve bir durak
Ve bir durak daha...

-01 Kasım-