Aralık 24, 2010

Red baloon in the blue dream

 Alışmak bir yere
insanlarına, hayatlarına, fotoğraflarına.
Sonra çekip gitmek hepsini bi yana bırakıp
Hissetmek sözleri kulaklarında defalarca, sayfalarca anlatmak defterlerinde onları,
gözlerinin yaşlarla dolması ve anımsamak ister istemez hepsini tek tek...
Bu soğuk, bu şehir bana hiçbir şey ifade etmiyor
Onlar yok, onlarsız.


Yüzler arıyorum.
Kimliklerini kaybetmiş yığınla hayat arasından
Ölü kelebekler mavi rüyalarda.
Seni seviyorum diyor hepsi kulaklarına.
Aldırmıyorum ne yaptıklarına
Bir balon bağlıyorum
Kırmızı balon.
Belki bir gün yanına ulaşır.
Anımsa o zaman
Mavi rüyalarda.

http://fizy.com/#s/1m1b3a

I'm Jim Morrison, I'm Dead



Kaçmak
İleriden, geriden
kaçıp kurtulmak herkese mahsus değil
diğer dünyalarda.

Dün, ızdırapların tükenmiş nefesleri
yolculukların karanlıklara doğru yol aldığı
gözlerimizi kapadığımızda
kimin varlığını hissettiğimiz yanımızda
bugünü yaşayabilip yaşayamadığımız...
var olup olmadığımızı hissettiğimiz kişiyiz.
ya ölüyüz ya da diriyiz.

Aralık 18, 2010

Tell me

Gece gece düşünceler bir bir;
yine ben yazmak istemesemde çıkıvericekler
kendiliğinden
nasılsa
ağzımdan onlar
tanımadığım bir şehirde,
hiç olmadık bir saatte,
biliyorum
yine çok aptalca
seni düşünüyorum
neye dayanarak diye sorma
hiç bi zaman bi sığınak bulamadılar kendilerine
biliyorsun.
şimdi söyle sanki şarkılarda aramıyor muyuz birbirimizi
soğuk duş, sıcak düş
bilemedin bir sütlü kahve, bir nutellalı ekmek.
yine filmler benim,şarkılar senin olsun.
bilgisayar açık.

ne kazandım
yalnızlığıma sarılıyorum.
yalnızlığınla uyuyor musun hiç son zamanlarda.
sen nereden bilirsin
sanki...

ne zaman önemli oldu ki bizim düşüncelerimiz...
iyi geceler.

Kasım 09, 2010

The Diving Bell and the Butterfly


Jean-Dominique Bauby,8 Aralık 1995 günü, beyin kanaması sonucunda derin bir komaya girer. Komadan çıktığında, bütün vücut fonksiyonlarını yitirmiştir. Tıpta, 'locked-in syndrome' adı verilen hastalığa yakalanmıştır. Hareket edememekte, yardım almaksızın konuşamamakta, yemek yiyememekte, hatta nefes alamamaktadır. Felçli vücudunda sadece bir gözü hareket etmektedir. Bu onun dünyayla, insanlarla ve yaşamla tek bağlantısıdır. Ölümüne dek süren bu ıstırap dolu umutsuz haftalar boyunca yılmadan, tek iletişim kanalını, hayati organi gözünü kullanarak insanlara ulaşmayı başarır. Yardımcısıyla birlikte geliştirdiği yöntemle, sayfalar dolusu yazı dikte ettirir ve sonuçta bu mucize kitap ortaya çıkar. Jean-Dominique Bauby, bize dalgıç elbisesi giymiş kelebeklerin uçuştuğu, tüyler ürperten bir dünyadan kartpostallar yolluyor. Düşünceleri, gün geçtikçe acı ve düşkırıklıklarıyla doluyor. Geriye kelimelerden başka tutunacak dalın kalmadığı bir hayatta bu düşüncelere hak vermemek elde değil.




Elbette kitabını okumaktan çok daha büyük zevk aldım ve tavsiyem her zaman olduğu gibi kitabını okumadan filmine geçmemeniz. Hayata dair öğreneceğiniz çok şey olacak ama yine de filmin fragmanını da bir göz atabilirsiniz...

http://www.youtube.com/watch?v=G69Zh7YIg8c 

Ekim 30, 2010

Güya

El ele tutuşmuşuk
iki küçük çocukmuşuk
Kışmış hava
mışıl mışıl üşümekten...
Başıbüyük'te
bir bektaşın dibine
diz dize oturmuşuk
birbirimize sokulmuşuk
İki küçük çocukmuşuk
birimiz VE
birimiz VEYA
güya bir rüyaymış,
bu rüya.

kuzgunun yavrusu, Can Yücel.

Ekim 28, 2010

Fotoğraflar konuşmaz ama anlatır - II

         Sessizce yürüdük.
         Rüzgar çıplak ağaçların üzerinden kalkıyor,
         Bize doğru alçalarak bir kez daha 
         Aşkın gizemini ve gücünü gösteriyordu.
         

  ' Aşk şairlerinin birçoğunun yazdıklarıyla aşkı yaşadığını ya da yaşadığı aşkı gerçekten ellerinden kaçırdıktan sonra yazmaya başladıklarını hatta yataklarında en acı ölümü beklerken bile sadece kendileriyle baş başa kalarak yaşadıkları hüznü, sevdiğine kavuşamamanın kederini yaşamanın kendilerine göre aşkın tatmin edici sonu diye tanımladıklarını biliyor muydun? '


Genç Neil hep heyecanlıydı, şimdi ise kadının sesini duymaktan oldukça mutlu, dediğinden bir çıkarım yapmadan yüzüne bakarken karşısındaki bu büyülü kadınında onun yüzüne dikkatlice bakmasından dolayı oldukça içten ama bir o kadar da endişeliydi.Kadın, white russianı diplerken hafifçe sırıttı.
   ' Sıcak bir duşun altına girdiğimde, bedenimdeki üzgünlüğü hep en uzun ve somurtkan halinden arınarak yüzüme vururum. Düşüncelerden tekrar düşünerek arınmak için en müsait yerim küvetim. Ama nedense geçtiğim bütün yolları, hayatları düşünmeden de edemiyorum orada. Bir tek ben miyim böyle yaşayan, bilemiyorum ama aşk şairlerini de nedense hep masa başındayken sorgulamışımdır. Yalanları ticarete dökmek böyle bir şey midir genellikle sorar dururum kendime. Ya da bu kadar acınası hikayeleri nasıl da yuttururlar acıların felsefesi diye millete? Varlığıma anlamsızlık katıyor hepsi.'
Bir white russian daha söyledi. Hızlı içilen içkiler, gerisi gelen hikayeler ve çevredeki insan topluluğuna aldırmadan çekilen başıboş bir yalnızlık. Herkes kendi dünyasında yalnız, bir başına değil midir zaten?
Şu dakikaya kadar milyonlarca fotoğrafını çekmişti kadının, Neil kafasında. Arkadaşça yaklaşımlarda bulunan iki insan, iki cinsiyet, birbirini çeken çıplak fikirler ve ortak kararlar, hoş içkiler... Şimdi ikisi de barın arkasında duran tabloya dikiyorlardı gözlerini. Hangisinin boş olduğu veya ne çıkarımda bulundukları önemsiz tablodan. Birbirlerine ısındıkları besbelliydi. Kadın ayağa kalktı, saat oldukça geç. 
  'Bana baktığında ne görüyorsun bilmiyorum ama şimdilik kendine saklamanı istiyorum senden.Sadece işlerinin dışında bundan sonra neler yapabileceğini yakından görmek isterim. Bu arada Angela Quarte sadece yazar kimliğimdir. Beni Bianca olarak tanımanı isterim.Memnun oldum Neil. Görüşmek üzere' gülümsemesi samimi.
  'Seni bırakabilirim istersen evine.'
  'Teşekkür ederim taksiye binebilirim.Hazırlamam gereken bir kapak ve önsöz var.Aslında ikisi de toplayınca büyük bir kitaptan fazlası. Ama şansımı deneyebilirim değil mi? İyi geceler.'  Güzel bir tokalaşma. İçten bir gülüş ve yine nedense yüzüne yerleşmiş olan o acıyı gördüm.
  Bunun bir başlangıç mı olacağını, sadece hayatımdaki ufak çimdiklemelerden birisinin mi olduğunu yoksa bitişlerin en büyüğünün sadece bir önsözünü mü yazmış olabileceğini kestiremiyordum. Ama onun fotoğraflarının hepsini giderken aklımın bir köşesinde gezdiriyordum bedenimle beraber. Birçok insan çekmiştim şimdiye kadar, hiç birini zihnimde bu kadar uzun süre taşıdığımı hatırlamıyorum.
  

  Günlerden Pazar.Bianca'yla olan güzel sohbetimizin üzerinden iki hafta geçti. Acaba ne yapıyor diye düşünmeden edemiyorum.Onu bulmak çok zor olmazdı. Şirket, bağlantısı olan insanlarla hep bir mail adresi ya da posta adresi isterdi ya da ulaşabilecekleri bir telefon numarası herneyse... Sonuçta gitmeden önce hayatını merak ettiğini, yeni gelişmelerle ilgileneceğini ima etmişti ama ne kadar tutarlı olduğunu bilmiyordu söylediklerinde. Henüz bu kadını tanımıyordu ama elbette herkes bir gün tanıyacaktır dikkatini dağıtan o insanı, bulduğunu zannettiği, diğer bir yarısını tamamlayabileceğini düşündüğü...
Yola çıkmaya karar verdi Neil o Pazar. Karısının alışverişsel istekleri vardı ayrıca güzel filmler seçip evde izleyeceklerdi birlikte.Ama ne kadar zamandır kendi başına kalamamıştı... Kapalı kapıları olan bir cehenneme dönüşmek üzere olan hayatına bir renk, bir zevk, bir tat katmak Bianca'nın da dediği gibi ilk hep onun elindeydi. Gördüğü rüyaları gerçeğe çevirebileceği dünyalar vardı. Kimi zaman boş bir sokak bile işini görürdü. Fotoğrafçılığı hep başıboş sokaklar için, geleceğe terkedilmiş eserler için, çeşit çeşit duyguyu barındıran yüzler için istememiş miydi,onlar gerçeklerdi ve gerçekleri insanların yüzüne vurmak daha bir gerçeklikti, yapabilirdi. Boş vakitlerini mesleğini sevmeye ayırabilirdi hiç değilse. Mesleğine, bu ufacık zaman dilimlerinde kendine kattığı bu zevkten ötürü minnettarlık duyuyordu. Bütün gün caddeden caddeye geçti, yaprakları, ağaçları, eski cadillacları, küçük küçük 2. el dükkanlarını, çekinmeden yakınlaşıp saniyelerce önünde donup kaldığı insanların ona ister istemez sırıtan yüzlerini çekti... Mutluydu ve gittikçe kendini mutlu hissediyordu.Özgür hissediyordu aslında. Objektifini yakınlaştırdı birdenbire kocaman kahverengi bir panço, yukarıya kaldırdı Bianca'nın acılı ama gülümsemesiyle değişken olan ifadelerine rastlayıverdi. Kadın ona doğru hızlı adımlarla geliyordu,gözünü makineden çekip eliyle durmasını işaret etti ona birinci, ikinci ve üçüncü fotoğraflar, bir tane de yürürken... Bu sıradan bir pazar günü olarak sadece güzel bir gün değerlendirmesiydi iki insan için de.. Tabi Bianca bir yazardı ve ilgilenmesi gereken kitapları, duyguları ve izlenimleri vardı. Bu hayata kıyasla pek bir özgürce yaşıyordu.Bekardı bildiği kadarıyla düşününce ev de kendine göre bir düzen içindeydi herhalde.Ve işini istediği şekilde yapıyordu kadın. Kalkıyordu, kahvaltısını ediyordu, kahvesini içerken işe koyuluyordu belki ya da pencerenin önünde mi ya da boş bir bankta otururken? Değişikti,ah keşke benimki de bu şekilde olabilse diye düşündü. O senenin Pulitzer ve Goncourt ödül törenlerine de katılmıştı kadın. Kitaplarının yayınlanmasıyla değişken hayatına ideal fikirleriyle ünlü düşünür ve yazarları da eklemeyi istiyordu büyük ihtimalle.Yeraltının aklına hiç gelmeyeceği sabıkalı isimlerinden de birkaç tane arkadaşı olmuştu. Eğlenceli bir kadındı, Bianca.
Neil bazen dalıp düşünmeden edemiyor o günleri. 'Hayatın ne zaman ve kiminle seni büyüteceğini bilemezsin. Ben otuz birimdeydim.Yaşlılıkla gençlik çizgisini ayırt edebildiğim güzel kıvamlar.Yaşlı değilim, gençte değilim ama ruhum yaşlandı.Edindiğimiz tecrübeler, hepimizi farklı yerlere sürüklüyor.Bazen istemediğimiz tecrübelerimiz oluyor. Hafızamızdan silmemiz olanaksız oluyorsa da bir tek ben miyim bunları yaşayan diye oturup düşünüyorsun. Ve hiç bitmeyecek acılarını az da olsa durduruyorsun çünkü her bir acı dünyamızı sevme özelliğimizden bir parça götürüyor. Ondan uzaklaştırıyor.'
  Bianca, bir zamanlarımın güzel kadını ' Senin bana ulaşacağını düşünüyordum ama aklımdan çıkmadın. Düşünmek, insanı düşündüğüne getirirmiş.' bu sefer yanağıma ufak bir öpücük konduruyordu tokalaşmadan sonra.
'Seni hayallerinin tam ortasında yakalamak hoşuma gitti Neil. Bu fikri hemen yürürlüğe koyduğun için güzel bir kahve hakettin sanırım!' yine güzel tebessümüyle.Beni köşedeki kafeye sürükledi. Gitmek istiyordum hep onunla kafeye, bara, sokağa her nereye sürüklerse peşinden gitmek istiyordum.Ondan ve onun anlattıklarından hoşlanmaya başlamıştım.Karımdan ve ofistekilerden gizlediğim ufak bir defterim vardı.O neler yapmam gerektiğini söylüyordu, uygulamaya geçiriyordum bende.İçimde artık saklanmaktan vazgeçen duygularımın hepsini bir bir döküyordum deftere.Telefonunu vermişti ve o uzun bakışlarıyla acılı surat ifadesi yine karışık yüzünde.Yüzlerce fotoğrafını çekmiştim ekledikçe ekliyordum zihnime onu...Hoşuma gidiyordu.Bianca, içimde bir yer ediniyordu sanki her geçen gün.Konuştuk, yürüdük evinin önüne kadar. Kahve, fotoğraflar,sinema, işten uzak bir ortam ve yanımdaki güzel bir kadın ve benim gittikçe değişen duygularım...
Bianca gülümsedi ve iki gün sonra ünlü bir Blues müzisyeninin şehre geleceğini ve bir programım yoksa ona katılmamı istediğini söyledi.' İki biletim var ve birini seninle paylaşmak hoşuma giderdi?''
Gülmek kırmızı bisikletin, kitapların, el ele yürüyen aşıkların,zahirin, sarı rengin,barlar sokağının, annemin, bütün güzel insanların suratlarına yakıştığı gibiydi onda.Tümüydü ve beni oldukça etkiliyordu.



   Çok fazla hissetmezsiniz böyle; aşk bazen ellerinize dokunur hafifçe, yüzünüze gülümser, gözlerinizin içine bakar.Dalıp gidersiniz, konuşmalar bakışlara, bakışlar sevişmelere dönüşür ve aniden başlar işte... Ne olduğunu anlamadan da bazen çeker ellerini ellerinizden, arkasından bakarsınız, sıcaklığına dokunamamak öyle acı verir ki; zaten en uzun zaman dediğiniz odur, onu kaybetmek.

Ekim 17, 2010

Fotoğraflar konuşmaz ama anlatır - I

   


         Fotoğraflar konuşmaz ama anlatır.
         Düşünüpte yazamadığınız birçok konu gibi
  
  Bağdaştıracağım iki konu var bununla ilgili. Birincisi kendimize oluşturduğumuz gezegenlerimizde anne rahmindeki gibi ya tek kişilik ya da bazen artış gösteren, birkaç kişilik yerler bulunabilir. İkincisi ise bu kıç kadar yerlerde yazmak göründüğü kadar çok da çaba sarfettirmez zaten her günümüzü bilinmeyen sayfalara, orada burada uçuşan gizemli defterlere yazmıyor muyuz?
  Aklıma her şey birkaç gece önce gördüğüm o fotoğrafçıdan düştü sanırım. Şu anda bir bakıyorum ki yazıyorum hafızamda kalanlar ne olduysa Neil'e ve hikayesine dair.
  'Ne karanlık fotoğraflar gördüm ben zamanında hayalsiz, ayakkabısız, tebessümleri olmayan, hayatın getirisi olan şu yapmacıklıktan kurtulamayan bir ton simyasız adam,kadın...
İçiyorum şimdi çünkü, bu artık şimdiki benim. Bunu olmayı istedim. Pazartesileri işe gitmek üzere evden çıkan, cuma klasik yedi gibi evinde, yemek masasının arkasında oturan bir adamdım birkaç yıla kadar. Karımın benden gün geçtikçe nefret etmesi dışında hayatımda hiçbir değişikliğe uğramayan bir adamdım. Yaşlanıyor, isteklerimin insanların isteklerinden farklı, hayata yeni başlamış gencecik bedenler gibi olmasını diliyordum günler geçtikçe. Keşkelerim artıyordu. Para kazanmam gerekliydi daha çok ve daha çok ve daha...Arada bir geç gelmelerim ve şirkette artan yetkimle oluşan yeni sarışın kitlemi etrafımda toplayıp küçük beyinlerinde biraz laf salatası yaparak kafamda kurduğum fantezilerim dışında bir maceram olmuyordu pek.Günleri kovalayan günler ve ardından yeni bir gün daha yaşadım. Oldukça değişikti bu sıradanlığıma bakılırsa... İş yemeğimiz vardı ve koordinatörümüz ünlü bir yazar olduğunu söylediği hoş bir bayanı masamıza konuk etmişti. Genç değildi çok, belki de orta yaşlara yakın demeli. Adını hatırlamak istemeyenlerdenim. Uzun uzun bakmalarımdan sonra hiç elde edemeyeceğim bir kadın gibi görüyordum onu ama bu kadın maceralardan uzak, şiddetli baş ağrıları yaratabilecek bir güç oluşturuyordu kafamda. Değişik bir çekiciliği vardı. Kimi zaman saf güzel bir yüz yakalıyordunuz fotoğraflarında, kimi zaman yaşanmış yoğun acılar, bazen kazanılmış zor olan başarılar ve insanların üzerinde kurduğu pislik düşüncelerini ve zaaflarını... Uzunca bakmıştım aslında dalıp gitmiştim, ona bakarken bunları görüyordum. Zihnim fotoğraflarını çıkardı ve daha çok merak ettim. Yakından yüzüne dokunabilmeyi, incelemeyi, onunla konuşmayı istiyordum. Belki de içimde sıkışmış ve sabırla bekleyen bu sıradanlığı çözüp bir kenara atmak için birini arıyordum ve bu kişi oydu. Beni başka yerlere sürükleyecek birine ihtiyacım vardı yıllardır. Zihnimi gezintiye çıkaracak...
  Yemekten sonra herkes dağılıyordu. Kendimi tanıttım ona yakından. Barda oturacağımı isterse sohbete orada benimle devam edebileceğini söyledim. Kabul etti ve oturduk. Her ikimize de duble White russian..Yazdıklarını okuyacağımı, anlattıklarının ilgimi çektiğini söyledim. Şiirlere karşı da her zaman meraklı olduğum bir gerçekti sadece klişelerden kendime ayıracağım vaktim yoktu ki okumaya hatta yazmaya vaktim artsın.Geldiğimde karımın isteklerini karşılamaya ayıracağım iki yönüyle; zevk ve sorumluluklar ortaya çıkıyordu ya da diğer gün yapacaklarımı,programlarımı ve müşterilerin arz taleplerini düzenliyordum. O sorduğunda bana nelerin farklı olduğunu hayatta, pek bir cevap bulamıyordum söyleyebilecek. Sevdiklerim ve yapmak istediklerim vardı ama sadece boş zaman listelerindeydi halbuki fotoğraflamakta bu değildi hiç. İnsanların görünmeyen saf ışıklarını çıkarabileceğimi umuyordum bir zamanlar. Hiç bir alakası yoktu şuanki durumun bununla. Küçüklüğünde hayal ediyorsun ve git gide realitenin bu durumdan bambaşka bir şey olduğunu öğreniyorsun ki bu da bazen insanoğluna büyük bir boşluktan başka bir şey vermez. Bir zamanlarımın mutluluk kaynağı ve hayat sorgulamamda hep yanımda olan kadındı o, Bianca..

Ekim 12, 2010

8mm- monochrome- point mort

Uyanıyorum
penceredeki küçük aralıktan bakıyorum
'yüzlerce kilometre öteden geliyorum
karanlık olan hiçbir şeye ait değilim artık'
diyor üzerinde rengarenk tüllerden bir sabahlık geçirmiş kuş
masum donuk bir bakışı var
derken yanına uzanıyorum
hala uyumaya devam mı ediyorsun,
ama ben buradayım..
kentlerimizin her birinde güneş açmış gibi
rüyanı sergiliyorsun bana, içeri dalan patavatsız güneşe
resmedilecek tarzda
güzel renklerden sabahlığı olan kuşlar var hep
sokaklar çıplak değil, rengarenk!
düşüncesizce koşuşturan insan kalabalığından arınmış.
güneşe doğru gitmek için seni bekliyorum bir tepede
yusyuvarlak, yemyeşil, güzel bir ağaç ve üzerinde sayısız yuva kurmuş kuşlar
dağın başında bir de piyanist var
sert parmaklarıyla ne kadar da ince dokunuyor piyanoya
duygulu, kırılgan, aşka savaşlar veriyor
sanki anı görüntülüyor
yanıma geliyorsun
yanakların tombullaşıyor gülücüklerinden
bisikletin tek tekerlekli mi, farkına yeni varıyorum :)

senin uyanmanı bekliyorum sarılmak için
öpücüklere boğmak için seni
ama seni izlemeninde tadına doyum olmuyor.

dün gece geliyor aklıma
belki de en uzun geceydi yaşadığımız
kısa lafın uzunu
yüreğinle birlikte yürümemi iste benden
geçen gün diye bir şey kalmamalı
geçiyor işte zaman
o kadar hızlı ki sadece sorduğumuzla kalıyoruz...
hatırlatmalar bir öpücüğün yerine koyulmaya değer mi?
hiçbir rüya bu kadar sonsuza yakın olamazdı
seninle onu paylaşmak güzel
yaşayalım istiyorum elimizde tek bir rüya kalmayana dek
bana aşkını getirmeni istiyorum.
elimden tutan olmadığında bile sana sarılmak istiyorum
bir zahirin elinde tek bir ada gibi
en çok istenen o duygulara sahip
o aşka..



Beni etkileyen..
Yann Tiersen parçaları
 8 mm- monochrome - point mort -comtine d'un autre ete: l'apres midi

Eylül 28, 2010

Dönüşüm

Dream or incubus

Fısıltılar,
içimi kemiren yığınla böcek yakaladım 
dışarı taşan bokları temizlerken tuvaletten..

Sesler,
yine duymaya başladığım 
karaborsası hayaletlerin..

Uçaklar;
diktiğim renkli iplerle,
her bir organına bağladığım senin.

Vagonlar,
uçurumlardan düşürüp durduğum önüme geleni
sen içindeydin son kazada

Kuklalar,
en son ayağımdan yakaladıkları
sarıp sarmaladıkları
beni, ölümümde.

Pinokyo
'seni pislik. bu defa kiminleydin ?
neden bana yalanlar savuruyorsun?' dediğim her defasında...

Adam;
güzel gövdesiyle çırılçıplak koşan
saçlarını savuran durmadan 
bambaşka vücutlara dokunan
aşkın 3kuruş mu yoksa milyonluk mu olduğunu çözemediğim..

Suçlular, zanlılar, tutuklular
turuncuya boyananlar 
korku tünelinden sevgilisine sarılarak çıkanlar

korkamayacağınız tek bir şey var yaşadığınız dünyada:
içinizde açtığınız o yerde 
rüyalarınızı selamlamalarınızın mı
yoksa kabuslarınıza sarılmalarınızın mı önemli olduğu

Eylül 01, 2010

13üncü albümü çizmek

                                                                    SONIC NURSE

Ağustos 31, 2010

Ölü film yıldızları konuşmuş, neler demiş?

Arka kapıdan çıkış vardı eskiden...
başınız belaya girdiğinde yangın merdiveninden yüksek dolgu topuklarla aşağıya koşmak herkesin hakkı olmasa da
arka kapıyı kullanmak ya da yangın merdivenini birçok meselede güzeldi...
kayıtsız şartsız ihlalleriyle bu üçkağıtçıların.

Ağustos 30, 2010

bir ben miyim bu cehennemde tutsak?

''Aramızda sır kalacağına karar vermişken
her şeyi berbat etmene izin veremem..''

birkaç gündür hayatımı düzene soktuğumu zannediyordum, yanılmışım.duyduğum seslere zahmet etmeden sadece 'evet! o bendim.' diyecek birinin çıkmasını bekliyordum ama uzaktaki ses değildi bu, neden uzaktan bakıyorsun...

sadece birkaç saat geçmesine rağmen neden tekrardan bir yalnızlık hissi sarıyor, neden boşlukta sesimin yankı ettiğini duyabiliyorum?
duşa girdim kurtulmak isteseydim kurtulmak zor olabilirdi.Sadece soğuk suyun altında yalnız ve hareketsiz geçen birkaç dakika..
Düşünceler hırpalıyor
içimdeki huyu bozuk kelebekler dışarı çıkmak istiyor.

neydi sanki, hatırlamak? düşüncelerden kaçıp kurtulmak isteği?
geçirdiğim son 2, belki 3 günle belki de içine sıçtığın o kelebekleri durdururcasına geri itiyorum.

kendimi kaptırdığım tek hayal sen değildin.
sen olsaydın bu yer kesinlikle dolmazdı..
bir bulmaca sorusu da olabilirdi
ve en son okuduğum abrakadabra da kendimi kaptırdığım..

Yalanları hiç sevmem.
gereksiz sevgin için attığım onca yalana baksana! senden daha uzun
bir suç listem var.
ve falakaya yatırılan binbir çeşit kelebeğim var
hala bilmiyorlar neden acı çektiklerini...

sabahları izliyorum uzaktan.
sessiz pelerinleriyle uçuruyorum kelebekleri
hatırlamaya yakın seni,
içeri alıyorum..

Eğer görmek istersen
Ölmüş bedenlerde boyaları akmış duruyor ince çizikleriyle,
dövmeleri..
fahişeler, kaçıklar ve lanet olasıcalar orada seni bekliyor olacaklar.
kelebeklere dokunamayacaksın bir daha bilmiş ol.

Barfly


İzlenesi bir film daha...

Özgün senaryosunu Amerikalı şair, yazar Charles Bukowski'nin 1984 yılında yazdığı filmi Fransız yönetmen Barbet Schroeder 3 yıl sonra çekebilmişti.
Bukowski'nin eserlerindeki alter-ego'su Henry Chinaski'dir. Barfly yarı-otobiyografik dramatik filmdir.

Film Hakkında Notlar

  • Bukowski filmin çekimleri ile ilgili anı ve izlenimlerine daha sonra yazdığı Hollywood adlı kitabında yer vermiştir.
  • Filmin senaryo kitabı ise daha filmin yapım aşamalarına geçilmeden önce 1984 yılında Barfly: The Continuing Saga of Henry Chinaski adıyla çıkmıştı.

Ağustos 23, 2010

Söyleyeceklerim

Seninle güne başlayabilmeyi o kadar çok istiyorum ki sevgilim
Bu duygunun gitmesine asla ve asla izin vermem..

Küçük bir şans diliyorum bize.
Seni konuştuğumu duy
Seni çekiştirdiğimi arkadaşlarımla
Sadece seni kıskandığımı
Dünyanın artık umurumda olmadığını
Yanımda sadece seni istediğimi bil sevgilim

Sensiz geçirdiğim her gün
gülüşünü,
öpücüklerini,
masumiyetini özlediğimi..

Umudum o ki tüm anıların bizden uzakta kalmaları
Çok uzaklarda
Sadece senin yanımda olman sevgilim
Rüyalarımda olduğu gibi
Bu işleri daha basitleştirecek

 :)

Ağustos 20, 2010

Shy

Gözlerinin içine baktım
geri çekti gözlerini
durduramadığım düşünceler vardı ona karşı
gözleri
oldukça güzel
bakışları kaçırmakta ne demek?
kaldı mı bugüne onlardan,
değişik.
utangaç
gözlerimi alamadığım
dört dörtlük dünyada
masumiyetsizce
sevgisini bölebilen ortadan ikiye
bir sen mi kaldın.
utangaç!
odasında tek başına
perdenin arkasında
şimdi çıplak
şimdi deli
yarın benimle
diğer günde
bu ne sürpriz
ben de senin gibiyim
sana deliyim
utangaç
şimdi neredeyim?
kiminle olduğum umrunda mı?
şimdilik istediğin gibi biriyim.

Young Neil

Aslında ne desem bilemedim
Sanırım şunu diyeceğim..

after twelve long slow years gone by
you're still the only one
i cried when i saw you
dont cry
i can find you when i can
i cried wheen i found you
?
almost dead
half dead..

from Blonde Readhead

Ağustos 19, 2010

Bay Arkadin

     vicdansızlığın insan ruhuna en az hazımsızlık kadar berbat bir etkisi vardır... Yani asla anımsayamadığınız bir şey için utanç duymanın ne demek olduğunu bilmek...
Dünyada iki tür insan vardı; verenler ve isteyenler, verip vermemek umurlarında bile olmayanlar ve isteme yürekliliğini gösteremeyenler. Belki de istemeye cüret edip ne istediğinden asla emin olmayanlar.

Welles, Gizli Rapor adıyla gösterime giren sinema uyarlamasını da yazıp yönetmiş ve başrol oynamıştır. Uzun yıllar önce unutulmuş bir öyküyü anlatan, uzun zaman önce unutulmuş bir kitap.

     Artık ölü olan bir adamın dediği gibi "Kabil'den bu yana binlerce yıl geçti dostum ve cinayet hala genellikle amatörlerin elinde olan bir iş."
Hayatta kaybedenler gece avlarına çıkmaya başlıyorlar.

Stronger than dirt

Ağustos 10, 2010

Yaşanmayan zamanlar

Onlar yıpranan kağıtlara,
pürüzsüz tenine yazdığım gibi
adlarını yazdılar
Geri döndüğünde
Oldukları yerde seni bekliyor
olacaklar..
Söylediklerim ürkütücü gelebilir
ama korkuluklar korkutucu gelmiyor
hiçbir şey yazdıklarım kadar acı vermiyor
boş sayfalara

İzliyorum, yoldan geçen yaşsız insanları
biz mi yaşlandık
boşalan yağmurlarla
çürüyen mumlarla
ve yitip giden zamanlarda,
yaşanmayan zamanlarda.

Bu kaçıncı gün?
sen yoksun.
bu kaçıncı yok
kaçıncı sen yoksun

Rüyalar, eskimiş bir perde
oyunsuz, oyuncusuz, dekorsuz
elbette bütünü belli değil

Evdeki saat çalışıyor geriye doğru gibi
hislerimi, seni geri alamaz
onlar sadece yaşanmayan zamanlar

Hasta ediyor bırakıp gittiğin düşüncesi
istediğim son şeydi
içimdeki çelişkiler
seni ne kadar çok..sevdiğime dair
yaşanma..
zaman..lar
lara sürüklüyor..
Romanlarda konuşan kayıp yüzlere benziyor
ağzı, gözleri, hisleri olmayan birer
varlığa çeviriyor
yıpranan kağıtları
ben gitsemde
yazdıklarım hep koyduğum yerde olacaklar
zamanlar umutsuzca yaşanmayanlara dönüşecek belki de
mevsimler geçti
sararan kağıtlarda
Biliyorum;
yaşanmayanlar zamanlardan
yüzlerce yolcu geçti..

Body of sensation

Siz kendi duygularınızın kölesisiniz
herkes gibi.
Ama size hükmeden bu duyguları
tanıyamaz, ne zaman, nerede, nasıl
ortaya çıkacağını bilemezsiniz.
Bir aşk, bir öfke, çıldırtıcı bir kıskançlık,
dayanılmaz bir özlem bazen
karanlıkların içinden çıkıp
sizi
esir alabilir.
Bazen, bir başka insan için kendinizden
vazgeçebilirsiniz.
Bazen öfkeyle kamaşır içiniz.
Kendi bilinmezliğinizle yaptığınız bu
karmaşık dansta adımlarınızı ayarlamak
için size oyunlar oynayan yine
bazen bir kıskançlık, bir öfke ve büyüyen bir aşktır.
Susuzluk gibi içinizde büyüyen ve bedeninizi hapseden duygular
Aldatıcıdır farkındalıklarınız
Ve yine ölümlere sürükleyen bilinen bir hastalık olur duygularınız
Ait olduğunuz yeri anlatan bir romandır.
İçinde hapsolacağınız ve kaybolacağınız bir roman...

Ağustos 07, 2010

ilk nefesle paramparça

tırabzandan parıldarken
erken sabahın güneşinde
tükeniyor günler

düşlerimizde bile
rahat yok.

kırık anları yapıştırmaktan
başka bir şey gelmiyor
elden.

varolmak bile
bir zaferse
şüphe edilmez
talihin inceldiğinden

ölüme götüren
ince bir kan sızıntısından daha ince.

hüzünlü bir şarkıdır hayat:
çok fazla ses
duyduk
çok fazla yüz
çok fazla vücut
gördük

ve en kötüleri yüzlerdi:
kimsenin anlayamadığı iğrenç
bir şaka.

barbarca, manasız günlerin birikimi
kafatasında;
kuru bir portakaldır
gerçek.

plan yok
çıkış yok
tanrısallık yok
mutluluğun serçesi
yok.

hiçbir şeyle kıyaslayamayız
hayatı-kasvet
basar.

göreceli olarak,
cesaretten yana sıkıntımız
olmadı

ama,en iyi zamanlarda bile
olasılıklar düşük,
daha da kötüsü
sabitti.

ve daha da kötüsü:
biz hayatı boşa harcamamış
hayat bizim üstümüze boşa
harcanmıştı:

ışığa ve karanlığa
hapsolmuş
çıkarız
Rahim'den

yakalanmış ve uyuşmuş

ılıman kuşakta yalnız
aptal ıstırabımızda

şimdi

tırabzan parlarken
erken sabah güneşinde
tükeniyor günler

Ağustos 04, 2010

Toz olmak üzerine


Güneş bir sonraki perdeye gidiyor
Sanırım sende beni tek bir açık pencere bırakmadan silenlerdensin
Görünmezlerin bulutları hiç bulunmadı gibi bu pencerede
Ben de onlardan mıyım, soruyorum.
Kırık pencereden odun parçalarını geçiriyorum
Tozlar doluyor içeri
Dışarı taşıyor diğerleri gibi
Elbette güneşin az kalan saçma sapan ışıkları süpürür odun parçalarını
Toz demişken toz oluyorum bende görünmediğim bu perdeden
Kaybedilmiş kutsal savaşlarından
Uzak duruyorum kaybedilmiş düşlerinden

Temmuz 05, 2010

Masum kelebek yoktur

Onları severim
Yalnız doğup yalnız ölmenin güzel örnekleridir kelebekler.
Zamanın mırıltısıyla değişen,
Milyonlarca duygu sığdırırlar ömürlerine.
Yalnızlık, kanatlarını boyayan binbir çeşit renk
Rüyamdaki küçük adam onları kana boyuyor.
'Onlara inanamam.
Seni benden çalıyorlar.'

'Ben buradayım küçük adam, hep burada.'

Gözlerimi açıyorum.
Çerçeveler içindeler
Her biri için
Yaşayacakları zamanı daha da daraltmış tanrıları
Ölümün gözyaşları kelebekleri yok eder.
Anlamak zor değil aslında küçük adam
Ellerindeki kelebeklerle hiçbir zaman masum değilsin.

Runaway Train





...Gecenin bir yarısı ağlamaklı sesle konuşuyorum

Kaçış noktası olmaz ya bazen 
Gideceğin herhangi bir güvenli yer
Tutunabileceğin bir el olmaz ya bazen
Ya da onca gözün arasından onu bulamazsın
Arkandan öylesine bir aşkla..

Belki de o gece en kötüsüydü olanların
Konuşamadım
Konuşmalarım içimde tıkandı, kaldı.
Neler hissedeceğimi bilemediğim
Her şey bir anda bitmişti 
Oysaki ne çabuk
Kimse görmedi olanları
Her şey bir anda başlamak için bekliyordu 
Aynı zamanda,bir başka vagonda
Kaçış trenlerine binmek için
Dibi gözükmeyen düşüncelere dalıyordum
O dedi, o neyi dedi?
Bugüne kadar ne kadar tanıştık ki
Gerçek olan hiç birşeyle
Bir sürü kelime..

Tekrar yalnızlık,
Duvarlara yazılı olan bir şeydi.
Ama sensiz kalamazdım
Dünya belki harabe
Belli belirsiz gelecekler
İstenmeyen geçmişlerle dolu
Ama seninle yürüdüğüm yolu biliyorum
Yüzünü ellerimin arasına almayı seviyorum
Tek bir aşk mektubu olmadan,
Sahte sevişmeler olmadan,
Kimliksiz vücutlar olmadan..

Her şey senin kadar gerçek
Buralardan çok uzaklarda
Dün gibi değil
Hiçbir şey dün gibi olmamalı.
Artık yaşadığımı hissediyorum
Dokunduğun her yer yanıyor
Haftalarca aylarca göremedim, farkedemedim
Şimdi
Senin ellerini tutuyorum.
Onları bırakmak istemeyeceğim kadar sıkı tutuyorum.
Bilmek istemiyorum geleceğimiz hakkındaki soruları 
Düşünmek istemiyorum yaşadıklarımızı
Tek bir şey
Sana inanıyorum

Bir aşk yarat benim olan, uzaklarda tutkuları olsun 
Kaçışları, yok oluşları asla.
Bir aşk yarat dünyasız bir çeperden
Silinmesi gereken yüzlerden arınsın
Düşlerimizden bir çeper yarat benim olan
Senin ve benim olanla büyüyen
Var olan
Oldukça uzaklara götürebilen ikimizi
Kaçış trenimize binelim
Onlarsız 
Onlarsız
Onlarsız.



Seni seviyorum

Haziran 30, 2010

30luk o..

O ne hissetti de bana öyle uzak, görünmez dağların arkasından bağırdı?

O ne gördüğünü bilmez vücudu şiddetsiz, kalpleri taş kesmiş insanları birdenbire eritti..

O ne dedi?
Yok, seni istemelerim artık bitti.
O ne dedi?
Yok, seninle uyumalarım artık gitti.
O neler dedi?
Yok, aşk taş kesildi.
O ne dedi o?
Aşk mı nefret mi bilemedim.

Bu da ne biçim biçimini kaybetmiş suratsız bir ifade yahu, bu ne böyle? dedi.

O
Sayfayı kapatıp gitti...

Haziran 07, 2010

Far away

Şimdi sözcükler çok uzaklarda
Dilimizin ucundaki iki kelime
Onlar uzaklarda
Dün nerde,belki de bugünlerde..
Oysaki ellerinden kayıp giden
Onca yağmur tanesini birlikte sayarken


Elinden tutan ufak kız
Şimdi çok uzaklarda
Hisli gemilerde
Hissiz düşlerde
Belli belirsiz gülüşlerde
Zor uçurumlarda ölmekte
Çuvallamakta
Kaybolmakta

Şimdi sözcükler uçar
Onlar havalarda
Hangi denizlerde
Bilinmez kilometrelerce ötelerde

Şimdilerde
Onlardan gittikçe uzaklaştığında
Onlarda senden uzaklaşmakta

Dönüşü olmayan binlerce uydurmaca da
Sana bahsedemem
Sana söyleyemem
Şiddetinden haberdar olmaman gereken
Bir sürü bilmece
Adaletsizlik,kaybedilen güz
Bilmek istemeyeceğin kadar uzaklarda
Belki var belki de yok gibi binbir çeşit ülkede..

Sevgi yokuşlarında
Kendi içinde nefret yokuşlarında..
Open my heart 
..so far away

Mart 29, 2010

The End

Üzgün birkaç kelimem var burdan sana iletmek istediğim:
Piçler açtır.Piçler kirli.Ter,toz ve çamur kokarlar.
Orospular dahi değildir.Ama psişik kokuşmuş erkek kokusunu iyi bilirler.Doğa harikası birçok kadından daha iyi tanırlar onların kişiliklerini.
Müzisyenler sonlarını görürler,okurlar,çalarlar.Evrenin buğulu penceresini üstlerini kaparlar.
Soyguncular çorapların en kalitelisini seçerler.Kayık yüzlerine geçirdikleri kadın çoraplarının kimyasını bilirler.
Romantikler yazarlardan çok daha iyi bilirler şiirleri, aldatmak için müdavimdirler.Ezberleri kuvvetli gözüken hainler...

Dünyanın birkaç harika karakterinden bahsettim sana 
Şimdi oturduğun kanepeden götünü kaldırıp pencereye uzanabilirsin.
Anneni becerdiğin,babana küfrettiğin,dünyaya isyan ettiğin şarkını açabilirsin.
Ben bir zamanlar vardım.Hala varım.İçtiğimiz şarap şişelerin kapaklarında da, kendinden geçtiğinde çaldığın bütün şarkılarda da ve şimdiki umursamazlığında da hep varım...Ben boş sokakta yürüdüğünde aklından kayıp milyonlarca dans hareketi yapan abuk subuk biriyim.Senin bende olduğun kadar ben de sende varım.

(The End)

Gözlerim,onlar yüksek

Başımızı döndüren zaman...
Bizi bizden alıp götüren o zaman...
Zaman zaman üzerinde düşünmemeye çalıştığımız ama bir türlü yapamadığımız...

Aynalara bakıp gülümsemeyi ne kadar özlediğimi soruyorum kendime
Gözlerimi kapadığımda her şeyin bittiğini,
Açtığımda her şeyin yeniden başladığını görüyorum
Bu nasıl lanet bir şey?
Kaybettiklerimin aslında bu kadar zamandır boşa olduklarını,
Bağışlanamaz duyguların aslında ne kadar derin ve kederli olduklarını anlıyorum.
Aslında hayat derin
Basit ve sıradan hiç mi hiç olmadı senin düşündüğün gibi...
Hissetmek lazımdı, hissettikve bitti.
Yaşadıklarımızdan neden kaçalım ki?

Gözlerimi kapayamadım 
Evet, çünkü daha fazla düşünmekten korkuyordum.
Kaybettim zannettim gözlerimi kapadığımda
Kaybettim zannettim ama elimden tutan vardı.
Aslında onun elleri daha bir ulaşılabilir
Aslında onlar daha bir anlamlı hayat adına
Gözlerim bütünüyle onu yaşıyor
Şimdi her şey daha bir yüksek
Bulanık nefeslerden sıyrılmış.
Yaşamayan bulanık nefeslerden.

Vision & Prayer

....
that he who learns now the sun and moon
of his mother's milk may return
before the lips blaze and bloom
to the birth bloody room
behind the wall's wren
bone and be dumb
and the womb
that bore
for
all men
the adored
infant light or
the dazzling prison
yawn to his upcoming.
in the name of the wanton
lost on the unchristened mountain
in the centre of dark i pray him
....

Dylan Thomas

The Roominghouse Madrigals

"Bitkin bir halde fabrikadan veya depodan eve dönüşte, yemek, uyumak ve tekrar sefil işe dönmek dışında pek bir işe yaramazdı sanki gece. Fakat o yırtık perdeli aşınmış kilimli, tuvaleti ve küveti koridorun sonunda bulunan, havasında benden önce gelmiş bütün kaybetmişlerin hissedildiği bir eski odada beni bekliyor olurdu daktilo. Zaman gelir, iş olmaz, yemek olmaz ve kira olmazdı ama daktilo orada olurdu. Zaman gelir, daktilo rehinde olurdu. Bazen sadece parktaki banka kalırdım. Ama işler tıkırındayken ufak bir oda, daktilo ve de şişe bulunurdu. Tuşlarıın bitmeyen tıkırtısı, ve bağırtılar: "Hey! Kus Şunu, Allahını Seviyorsan! Çalışan İnsanlarız Biz ve Sabah Kalkmak Zorundayız!" Döşemeye vurulan süpürgeler ve tavandaki gümbürtü eşliğinde son bir kaç satırı yazardım. Öyle ya da böyle, o acayip ve çılgın dönemin, o uzak saatlerin şiirlerinin birçoğu işte burada. Sigara dumanıyla buğulanmış odada altmışsekiz bir vaziyette şansımızı denedik. Umarım işinize yarar."- Charles Bukowski

Günümüzde çok fazla şiir yazıldığını düşünüyor musunuz? Kötü şiir nasıldır? Bugün iyi şiiri sizce kimler yazıyor?

Günümüzde çok fazla kötü şiir yazılıyor. Yalın ve basit bir dize yazmayı beceremiyorlar. Çok zor onlar için; boğulurken sertliğini korumaya çalışmak gibi - yapabilenlerin sayısı fazla değil. Kötü şiir masaya oturup düşünen insanlar tarafından yazılıyor. Şimdi bir ŞİİR yazacağım. Ve sonuç, şiirin olması gerektiğini düşündükleri gibi olur. Kedi mesela, ben bir kediyim, şimdi bu kuşu avlıyacağım, diye düşünmez. Avlar. İyi şiir mi? İyi şiir bugün Gerald Lockin ve Ronald Koertge adında iki kedi tarafından yazılıyor.

Her ne kadar şiiri güçlü bir sesle yazsanız da, bu ses kendi psikoseksüel kaygılarınızın çerçevesinden pek taşmıyor. Ulusal ve uluslararası meselelerle ilgili misiniz, kendinize yazılacak ve yazılmayacak gibi bir kısıtlama koyar mısınız?

Gördüklerimin ve başıma gelenlerin fotoğrafını çekip kaydederim. Ben bir guru ya da lider değilim. Çözümleri Tanrı'da ya da siyasette arayan biri de değilim. Kirli işleri görüp bizim için daha iyi bir dünya yaratmak isteyen biri varsa yapsın. Kabulümdür. Kitaplarımın hayli ilgi gördüğü Avrupa'da bazı akımlar, sokaktaki sıradan insanı yazdığım için bana değişik yaftalar yapıştırdılar; devrimcilerden, anarşistlerden filan söz ediyorum. Ama orda yaptığım söyleşilerde onlarla bilinçli bir işbirliğini inkar etmek zorunda kaldığım oldu, çünkü yok. Dünyadaki bütün bireylere şefkat duyarım; aynı zamanda ben de tiksinti uyandırırlar.

Bugün şiir yazmaya başlayan bir gencin öğrenmesi gereken en önemli şey nedir sizce?

Bir şey yazdığı zaman sıkılıyorsa başkalarını daha sıkacağını idrak etmeli. Eğlendirici ve kolay okunan şiir kötü şiir değildir. Daha derin bir şeyi yalın söyleyebilme yeteneği olabilir. Yazarlık kurslarından uzak dursunlar ve oturdukları sokağın köşesinde olan bitenden haberdar olsunlar. Zengin baba, erken evlilik, erken başarı ve bir şeyi çok iyi yapabilme yeteneği şair için talihsizliktir.

Mart 28, 2010

Helga


Kaderin Kurşun Askerleri

Bitkin ruh çöküşte bugün
Ve yükselişte bağlamdışı sevgileri...
Temellendirdiği düzen bozulmuş ve uğruna öldüğü insanlar kaybolmuş Uyruklarını,simyalarını değiştirmiş müebbetteler.
Düşünce emeli kalmayan bu yoksullar terkedilmiş sokaklara,
Ölümü çoktan seçen bastonu kırıklar var tren garında
Ve her köşe başında üç kuruşa hayatını düzecek birini bekleyen yosmalar
Ve Tibet öyküsünden ileri gelenlerden birini seçen ağzıkokmuş yazarlar
Vahşet ve pornografi yazısını açtım sayfası silinmiş.
Onları hissettim ellerimi sayfada uzunca gezdirdiğimde
Gözlerimi kapadığım her bir saniye ve boynumdan bileklerime süzülen her bir ter damlasında onların hayatlarını hissediyorum.
Aşina olduğumuz ara sokaklardan ne zaman kopacağımı soruyorum kendi kendime.
Pis morukların sırıtışı geliyor gözümün önüne
Grileşmeye başlamış saçları ve yassılaşmış sakalları birbirine karışmış pis moruklar!
Her gün değişiyor kokular, sokakların aşina olduğum lağım kokuları
Kırık pencereden tülü kendine doğru çekmiş rüzgar
Yağmur yağmış,şehrin bir parçacık kalmış toprağının kokusu geliyor burnuma
Ve kirli duygularıyla o kirli dudaklarını boynuma bastırmasından hep haz alıyorum onun
Bir türlü vazgeçemedim bu güzel sürtüğü sevmekten
Nedense bana hep ilham verdi
Her bakışımda gözlerine bir yorgunluk bir umutsuzluk görüyorum
Onu başımdan ne zaman atacağımı bekler gibi bakıyor.
Aslında karar verdiğim anlar yaklaştı
Çuvallamış yaşantımı bir parça toparlamaya dair
Son sigaramı söndürüyorum şimdiye kadar saymaktan üşendiğim kokuşmuş izmarit çöplüğüne
Yıllardır gizli aşkımı sürdürdüm senden de gizli ondan da ve diğerlerinden de...
En sonunda karar verdim ve türlü türlü kimyasallar ve kimlerin altına yatıp kazandığı belli olmayan paralarla aldığı vodkalar ve yüzündeki ifade ve dağınık kahverengi saçları ve benim gibi onları arkadan toplayışı ve...
Ve beni eşsiz öpüşüyle son kez kendimden geçirişi
Helga...
    

‘Hadi toplan’
‘Güzel bir gezintiye çıkalım seninle butterfly..’


Çıplak vücuduna beni ne kadar anlayabiliyorsa yarı gidik yarı buradaki kafasıyla bir erkek gömleği geçiriyor altınada bir pantolon arkama takılıyor.


‘Nereye atılıyorum? Seni özlememe izin vereceğin bu son zaman olsun.’
‘Benim yolum bir tavuğu bulup yolmadan sona gidecek ve orası çok sıcak.Henüz soğuğu arzulayacak benden genç bir ruhun ve bitirmediğin bir yol var Helga.’
Şehrin ışıkları yavaş yavaş sönüyor.Biz gittikçe kararan bir yola doğru ilerliyoruz.Mumların şehri kurtarmasına nefesleri yetmez ve bataklığa saplanmış bir ayağım var.
Helga enjekte ettiği şu aptal kimyasallardan kolları morlaşmaya başlamış zavallı bir kız şimdilerdi.Ne kadar çok tozlu ve pisliğin bile yuvarlanmakta zorluk çektiği şu üçkuruşluk evimde kalmasına izin verirsem orası onun için o kadar bok çukuru olmaya devam edecek.


Bir sokak bitiyor bir uzun sokak daha başlıyor yol almamız için.Sigara alacağım açık bir tekel görmedim henüz ara sokaklar boş konuşmak için oldukça uzun.Onun masalsı sesinden daha fazla soru duymak istemiyorum.Böylesi daha acınası bir durum olacaktır.Bunu anlamış olmalı ki o da rahat bırakıyor aramızdaki sessizliği.


Yanan bir ışık gördüm.Hızlandırıyorum adımlarımı.


‘Hani sigarayı bırakıyordun?’
‘Bu oldukça gereksiz.Seni bıraktıktan sonra onu da bırakmayı denerim.Hem o özel.. Yolu uzun bi deve ve onu içenle beraber çöl sıcağında cehenneme sürükleniyor.’
‘Cemal de seni seviyor olsa gerek benim seni sevdiğim kadar...’


Duruyorum.Gözüm yolun kenarındaki yarı dolu bira şişesine ardından bağlamayı unuttuğu hurda postallarına takılıyor.Aynı benim ruhum gibiler.Çöplükten yeni çıkarılmış,çirkef ve kirli.


Ona doğru dönüp, ilerliyorum.Bir adım uzağımda gözlerini bana dikmiş.Saçları yüzünün birazını kapamış hızlı adımlarımızdan olsa gerek ve nefes alıp verişi düzensiz.Yeni yeni oluşmaya başlayan kalbini görebiliyorum.Kırılgan ve hassas ve alabildiğince kırmızı.Kan kırmızısı.Bir sürü sürüngen bu kalp için hayatını feda edebilirdi.Cebimden çıkardığım pantolon askılarını arka ceplerine doluyorum ardından omuzlarının üstünden yavaşça geçirip kirli beyaz gömleğine sürtünen ellerimle pantolonunun önüne iki taraftan takıyorum.Nefes veriyor yavaşça.

Helga! Daha incecik bilekleri var.Üstünde adımın baş harfi ve o muntazam yazısıyla kazıdığı H.
Hiç bu kadar değerli gelmemiştim kendime daha önce.Hiç bir adamda görememiştim o bakire H harfini.Ve umutsuz masumiyeti.
Hızlanan nefes alıp vermelerinin arasında dudaklarına dokunuyorum ve ardından öpüyorum yavaşça onu.


‘Üzgünüm.Ben sensiz yapamam.’
Helga bunları söylerken o kadar umutsuzca bir ses veriyor ki bu durumda ne yapsam bilemiyorum.
Sırtındaki gitarı yere bırakıyor.Yağmur damlacıklarının oluşturduğu çukurcukla oynuyor.Sanırım aramızdaki bu ilginç diyalogdan beni de kendini de kurtarmaya çabalıyor.Her ne kadar benimle olmayı arzulasa da Helga’yı iyileştirebilecek güce sahip değilim.Ama yüzüne her baktığımda aldığı o ifade,beni ondan ayırmamak için çabalayan geçerli bir neden.Geçerli ve bir o kadar halimize acındıracak tarzda...


İç çekmeye başlayan bu kızın benden gerçekten neler beklediğini sorgulayamayacak kadar bencilim.Nasıl böylesine seks ve harabeleri kendine yer edinmiş bir insanı bu kadar karşılıksız sevebilir ki? Erkeksiz bir hayatta yapamayacak olan bir ben.Bu kadının hayatımı sürtük bir palyaçoya çevirdiği kesin...


‘Aklım hiç bu kadar seninle dolmamıştı.Kalbim hiç bu kadar seni istememişti.Ellerim bir gitarımı bir seni tutmak isterken neden benden uzaklaşmak tek çözümün olsun ki?’
Bütün bu kelimelerin yavaş yavaş hüzün dolan o sesi çıkartan güzel mi güzel Helga’dan gelebileceğini ömrümün diğer yarısı olmaya başlayan cehennemimde bile düşünmezdim.


Helga’nın bu genç yaşında eşcinsel olmayı seçmesinin sebepleri vardı.Erkeklerle,sadece kadınlarda olan o saçmalık 3 yıldızdan hiçbiri bağdaşmamıştı onun hayatında.Para.Parayı umursamazdı hayatını renklendirecek şeylere yetse, iyiydi.Aşk.Oldu zannetti,ama gerçekte öyle bir şeyin efsane olduğuna artık inananlardandı.Kör değildi.Aşık oldum diyenlere de kör gözüyle bakmıyordu ama benim gibi.Egolar.Onlar vardı tükenmeyeceklerdi.İnsan,bitmeyen tahmin edilemez somut arzularla doluydu.Evet bu öyle birşeydi ki hayatları kimi zaman yüceltiyor gibi görünse de işin gerçeği çökertiyordu yavaş yavaş.Dışarıda benim tanıdığım Helga’dan bambaşka birisi vardı.Ona sorsam acı çekiyordu ve hiç biri zevk vermiyordu parasal yaklaşıyordu erkeklere sadece,onların tatminkarlıkları umrunda bile değildi.Uzak diyarlarından geldiğinden beri şu ağızda patlayan şekerlemeleri almaktan, her Cuma günü benim garların orada dolaştığım saatlerde; denize yakın bölgelerdeki camilerden çıkan şu bazı dangalak tipleri kesip kısacık eteğiyle dolanarak birini gözüne kestirmeyi ve bir ara sokağa girip ne istiyolarsa yapmayı öyle ya da böyle cebine para koymayı,o paraları takip ettiği yazarların ikinci üçüncü bilmem kaçıncı kitaplarına yatırmaktan vazgeçemiyordu.Gitarını seviyordum.Eskimiş ve bi yığın tarihin üstüne kazındığı klasik gitarını seviyordum.Onu çok dolu olmayan sırt çantası ve giydiği kısacık eteğiyle garın bir köşesinde oturmuş Dylan parçaları çalarken görmüştüm ilk kez.Yaptığım klasik hareketti istasyonları seviyordum.Bu taraf,karşı taraf farketmiyordu.Üç kuruşluk zevkim vardı: garlar,insanlar ve her gün kafamda çaldığım şu eşsiz şarkılar.Kaderin kurşun askerlerini garlarımda sıraya diziyordum.Onlara rastgele silah çekmeyi ve onları yüzlerini tanımaya fırsat vermeden kurşuna dizmeyi seviyordum.Ne bekledikleri bir şey vardı benden ne de kaybettikleri zamanları.Vurduğum her bir asker gökyüzünde, hiç varolmamış gibi kayboluyordu.Bu oyunu seviyordum.Bu kurduğum düzeni.Kimi zaman beni ezip geçen insan yığınına aldırmıyordum.Kaderin silahını askerlerime doğrultuyordum.Helga’yı beni sevdiği kadar sevmiyordum ama o askerlerimden farklıydı.Onu bulmuştum,yok etmemiştim.Yüzünü inceleyip,insanların görmekten çekindiği o masumiyeti görmek istemiştim ben.Güzeldi ve bu insan yığınları arasından parıldıyordu.Parçayı gözlerini kapatmış çalıyordu.Sanki hep o gara aitti Helga’da,benim gibi.Elimi uzatmıştım parça bittiğinde.Rüzgarı hissettiği gibi gözlerini açmıştı,bana bakıyordu.Fikirlerimi değiştiremese de ilk defa zihnimin derinlerine giren insandı,yaratıktı,yaşayandı,kadındı o.Her ne halt olursa olsun, içimdeki lanet duygulardan kopamıyordum,hep bir bağım vardı denizaşırı tutkularım haricinde...İnanmıyordu dünyanın yaşanabilecek bir yer olduğuna.Ben de inanmıyorum tümüyle.Şu askerlerimi tüketiyorum her bir yaş ilerlediğimde.Gerçi Helga’ya uzattığım elin bedeli bir insanı daha ki kutsal insanı,kadını;ya da gereksiz bitkisel yaşam insanı,kadını hayatıma aldığımdan beri.


‘Helga!’
‘Seni istemek,okyanusları istemek.Senden kaçıp kurtulmak okyanusları yutmak.Onları yutamam ancak onlar beni yutarlar...’ ve anlıyorum.


‘Come lay with me love me and I would surely stay...promise.’



Sokağın ortasında gözleri birbirine kenetlenmiş iki kadın,iki ölü,kaderin iki askeri kurşun yağmuruna tutulmuş.
Diz çökmüş şarkıya kulak veriyor.
Güneşin hiç doğmadığı iki hayat.
İki farklı hayat şimdi burda buluşuyor.
Helga çalıyor ben söylüyorum.
Dudaklarım kulaklarına değiyor.
Daha sonra dudaklarına.


‘Now I feel I’m growing older
And the songs that I have sung.
Echo in the distance
Like the sound of a windmill goin’ round.
Guess I’ll always be a soldier of fortune.
Guess I’ll always be a soldier of fortune!
...’


Fall in love with u
...
Uyandığımda onunla sokağın ortasında uzanıyor olmak
Hep tutmak istediğim fakat bir türlü ulaşamadığım ellere uzanmak
Onlara dokunmak
Bunlar artık bırakıp gidemeyeceğim duygulardı.
İhtiyacım vardı
Değersiz gibi görmemeye
İhtiyacım vardı
Herkes gibi sevilmeye.
Ona...
Güneş tutulması gibi bir anlık
Kaybetmekle kaybetmemek arasında.
Görmekle görmemek arasında
Hissetmekle hissetmemek arasında
Bir kadın ve bir kadın
Uyandım ve rüyaya devam ettim..
Tek yapmam gereken şey buydu
Rüyaya devam etmek.
Tıpkı seninle oynadığımız suçlu oyunlar gibi...

Mart 23, 2010

Flightless Bird, American Mouth

I was a quick wet boy, diving too deep for coins
All of your street light eyes wide on my plastic toys
Then when the cops closed the fair, I cut my long baby hair
Stole me a dog-eared map and called for you everywhere

Have I found you
Flightless bird, jealous, weeping or lost you, american mouth
Big pill looming

Now I'm a fat house cat
Nursing my sore blunt tongue
Watching the warm poison rats curl through the wide fence cracks
Pissing on magazine photos
Those fishing lures thrown in the cold
And clean blood of Christ mountain stream

Mart 04, 2010

Kim olduğu belli belirsiz..İçinler..

Gariplikler kadrosu sizi yorumluyorum
Uzun zamandır kendimi yazılarsız hissediyordum
Öyle böyle bi geçmişi geçmiş yaptım hayatımda belki de ondandır

Hız yaptık geçen gün hayata doğru
Floyd açtık dinledik
Uçmadık tabi ama yine bir durduk kaldık şöyle böyle
Güzeldi
Hala olduğum yerde beklediğimi gördüm
Boş boş,umutsuz
Bu sefer derinlere çok boş dalıyorum
Benim sanki tek bir yolda,
Yokuş aşağı sürüklenişim
Dünya küçüldü gözümde
Sadece kalp atışlarımı arada bir sayıyorum
Hissedemediğim tek günlük atışlarım daha bir sıklaşmış
Senin için olmadığı kesin
Benim için de değiller
Boş hayaller için akıp giden kokulu viskiler gibiler
Ve ucu yakılmış albümler gibi gibi belki de
Onlar gibi eskiler
Eski olan şeyler
Evet öyleler,eskiler...
Benim için değiller ya da senin için...
Değer verenler için onlar
Tekrardan başlamak gibiler değer verenler için.

Mart 01, 2010

Bakışlar,onlar donuklar

Pamuk Prenses Aşkı Sorguladı

'Ne güzel ölüme uzatmıştım ayaklarımı,
Ne geldinde öptün uyandırdın beni sersem.'



Kesik elllerinden kanlar akar,yere doğru yol alır yavaş yavaş onlar.
Pasıf düşünceleri batan cam parçalarından daha çok acıtır yarıkları
Oysaki okyanusta yüzen herhangi bir balık kadar özgür olabilmek vardır düşüncelerinde
Kıyılara vurmak aklının hayalinin hiç bir köşesinde yer almıyordur çoğu zaman



Kırmızı evin beyaz panjurları
Kapalı şeffaf camları
Siyah dantelli askıları
Kendine özgü mavi bulutları
Mor sümbülleri
Duvara dayalı tahta merdivenleri
Çatıdan yoldan geçenleri izleyen iki sevgili
Bisikletli çocuk
Ağzı bozuk köşekapmacacılar
Serçeler ve serçe çocuklar
Evrenin değişmek için çırpınan büyük elleri
Bizi yutan koca bir ağız
İstasyondaki yolcular
Ve nereye gideceğini bilmeyen adam
Onun yanında duran ben
Treni bekleyen sen
Saati kaçıran ben
Yolculuk nereye? diyen sen
Güzel bakan sen
Bakamayan ben
Müzikçalarımda 'Hayat koyu bir balgam, sert bir pornoydu dün ' diyen teoman

Pekala yola devam..


Ocak 28, 2010

Older Chests

...so pass me by, I'll be fine
just give me time,
time, there's always time
on my mind...

Ocak 20, 2010

Ruhen aldatılmak pek bir içsel durumdur aslında.Bazen o kadar yaşanılmıyor durumda olunur ki aldatıldıktan sonra; neyi ne zaman hissettiğinizi bile karıştırırsınız böyle bir şey ile karşılaştığınızda..
O günlerden birini atlattık genç bir oyuncuyla.Günlerden pazartesi..Hava kararmak üzere camın yanında durup uzaklara doğru baktı.Kimsenin göremeyeceği kadar uzaklara..İçine çekebildiği kadar hava çekti ve bir sigara yaktı gözlerini ayırmadan uzaklardan. Hayatımın kusursuz ama bir o kadar sıkıcılığı baştan beri takılmıştır pazartesilere.Bu sefer de ona ayırdım bu özel günü ve gözlemledim.Pek konuşmadım aslında.. Monoton sesindeki baş harflerin vurgularına takıldı kulağım çoğu zaman onlarla oynadım.Şarkıyı mırıldanıyordu.Yaklaştım, birkaç adım gerisinde durdum.Yakından dinledim dumanlar içerisinde..Güzel bir şarkı açmıştı eskilerden, beni etkiler.Bunu biliyor.Sorgularının büyüklüklerini biliyordum.Söyleyeceklerinin çoğunu da..Söze başlayacaktı sanki ama yüzünü göremiyordum.Belki de tartıp biçiyordu diyeceklerini...Uzaklaştım bir viski bardağı aldım masadaki viskinin yanına koydum içine döktüm bir parça ve yudumladım. Benimde arkam dönüktü şimdi ona.Ben boşluğa bakıyordum. Onunki kadar derin değildi bana yalnızca bir boşluktu.Sadece adı bu.. Ne kaybetmiştik şu ana kadar? Düşüncelerimden bunlar geçti bir anda ve bir anlık hızlı kalp çarpması. Aynı anda birbirimize döndük. Bana doğru yürüdü arkamda duran tablaya söndürdü sigarasını. Sarılmak istemedim.Yüzünde parçalanmış bir şeyler.. Burukluk. Sarılmamı istedi. Tek oynamadığı bendim oysaki hayatında. Gerçekten yaşıyorduk dostluksa dostluktu ya da adı neydiyse.Bundan sonra ne bitiyordu hayatımızda..Sadakat.
Nefesini çekti ve biraz durdu sonra geri çekildi.Ruhum bir daha uzandı boş yatağa,ellerim bir daha kalemlere gitti. Tam olarak bu sahneleri görüyordum.Parçalanan beni görüyordum bir daha.. Seni kaybetmek bir şeyler daha aldı benden.Montumu giydim, şapkamı geçirdim kafama. Yüzümü buruşturduğum anda ağlamaya başlayacaktım.Roller varsa bile ben oynamayacaktım. Benim birkaç dakika önce baktığım boşluğa bakıyordu.'Görmen imkansız,bunu biliyorsun' dedim..Hızlıca kapıya yöneldim. Duyduğum tek şey derin bir sessizlik..Ne olmuştu sanki? Kaybedişler, kayboluşlar.. Onu son görüşümdü..




Ruhum bedenimden önce yatağıma düşüyor.Seni özlüyorum hemde çok.
Susmam işe yaramıyor hararetle düşünüp duran ruhumu hep aldatıyorsun zaten.

Ocak 19, 2010

Marslı Soytarı

Bir gülün etinden, siz, iplik iplik;
Bir esrar sökseniz, bu kalbim midir..?
Gözyaşımdan kopup gelen bu sürme kirpik,
Açmış bir taçyaprak değilse nedir?

Büyülü bir yapraktan dökülmüş gibi,
Bütün kederimdir, bu bende, oyuk,
Bu oyuk göklerin dibinde miydi,
Yoksa neden bu kadar sessiz ve soluk?..

Düşünürüm bir an, yokluk bir parça;
Direnmem, her şeyden soğur bu ruhum,
İçine kapanmış rüyalarımla, güya,
Bu hepsi ebedi, hüzünleri korurum!..

Dylan Thomas

Ocak 11, 2010

We never know who we are


a perfect stranger or a bastard? who knew...

Ağzı açık paralellik

Kerane geçidi
Saat ilerliyor öğlen gibi şimdi
Büzük ağızlar köşelerine çekilmiş

Çiziktirmek güzel gelmeye başladı
Tam ritimler tutturmuşum derken
Ellerim kaleme kağıda ilişiveriyor
Gözlerimin altı mosmor belkide bikaç saatlik kestirmeliyim
Aynalar gözlüklerini tak diyorlar

Biraz uyudum.
Yine yazasım geldi
Rüya gördüm bi etkisinden çıkarsam..
Bi dakka



Kepaze hatunlar
Penceremden içeri boş gürültüleri giriyor
Gözüken rıhtımları şimdi sis mi sarmış ne
Yalancı hava oyun oynuyor
Bir bulutlu bir şahane güneş
Bir deli esen rüzgara karışıyor

Elma şekerlerim masamın üzerinde
Buzdolabında da fazla bi donmuşlar tekrar çıkardım dışarı

Geçen gün takıldı yine aklıma..
Ne olucak benim ağzı açık düşüncelerim?
Ne olucak benim bu halim?
Bir güç itiyor beni ondan bundan geri
Sanki yine hayalin bedenin yükseliyor
Geri geliyor
Vazgeçiyorum
Ve şimdilik ellerim duruyor.

Ocak 02, 2010

Aynı naynı maynı


Uyurum
Sabah olur,uyurum.
Ayağımda derin kesikler
Olması gerektiği gibi gitmeyen işler
Doyamadığım sabah
Doyamadığım gün ışığı
Merhaba yeni aydınlanan gün
Merhaba kardanadam
Merhaba sabahın kıç koklayan melekleri
Uzaktan kumandasına basar bir erkek bir kadının
'Click' sesi gelir
Kadın aydınlanır.Keriz gibi gülümser, bulaşıkları yıkar, ortalığı toplar
Her şey süregelen, her şey dağınık, her şey olması gerektiği gibi..
Bana dediğin gibi bir zamanlar
İnanmak istemesem de
Her şey aynı her şey eskisi gibi.
Sadece kafamın ağırlığını daha çok hissetmeye başlıyorum
Gündengüne daha çok
His_
setmeye başlıyorum.