Mart 28, 2010

Helga


Kaderin Kurşun Askerleri

Bitkin ruh çöküşte bugün
Ve yükselişte bağlamdışı sevgileri...
Temellendirdiği düzen bozulmuş ve uğruna öldüğü insanlar kaybolmuş Uyruklarını,simyalarını değiştirmiş müebbetteler.
Düşünce emeli kalmayan bu yoksullar terkedilmiş sokaklara,
Ölümü çoktan seçen bastonu kırıklar var tren garında
Ve her köşe başında üç kuruşa hayatını düzecek birini bekleyen yosmalar
Ve Tibet öyküsünden ileri gelenlerden birini seçen ağzıkokmuş yazarlar
Vahşet ve pornografi yazısını açtım sayfası silinmiş.
Onları hissettim ellerimi sayfada uzunca gezdirdiğimde
Gözlerimi kapadığım her bir saniye ve boynumdan bileklerime süzülen her bir ter damlasında onların hayatlarını hissediyorum.
Aşina olduğumuz ara sokaklardan ne zaman kopacağımı soruyorum kendi kendime.
Pis morukların sırıtışı geliyor gözümün önüne
Grileşmeye başlamış saçları ve yassılaşmış sakalları birbirine karışmış pis moruklar!
Her gün değişiyor kokular, sokakların aşina olduğum lağım kokuları
Kırık pencereden tülü kendine doğru çekmiş rüzgar
Yağmur yağmış,şehrin bir parçacık kalmış toprağının kokusu geliyor burnuma
Ve kirli duygularıyla o kirli dudaklarını boynuma bastırmasından hep haz alıyorum onun
Bir türlü vazgeçemedim bu güzel sürtüğü sevmekten
Nedense bana hep ilham verdi
Her bakışımda gözlerine bir yorgunluk bir umutsuzluk görüyorum
Onu başımdan ne zaman atacağımı bekler gibi bakıyor.
Aslında karar verdiğim anlar yaklaştı
Çuvallamış yaşantımı bir parça toparlamaya dair
Son sigaramı söndürüyorum şimdiye kadar saymaktan üşendiğim kokuşmuş izmarit çöplüğüne
Yıllardır gizli aşkımı sürdürdüm senden de gizli ondan da ve diğerlerinden de...
En sonunda karar verdim ve türlü türlü kimyasallar ve kimlerin altına yatıp kazandığı belli olmayan paralarla aldığı vodkalar ve yüzündeki ifade ve dağınık kahverengi saçları ve benim gibi onları arkadan toplayışı ve...
Ve beni eşsiz öpüşüyle son kez kendimden geçirişi
Helga...
    

‘Hadi toplan’
‘Güzel bir gezintiye çıkalım seninle butterfly..’


Çıplak vücuduna beni ne kadar anlayabiliyorsa yarı gidik yarı buradaki kafasıyla bir erkek gömleği geçiriyor altınada bir pantolon arkama takılıyor.


‘Nereye atılıyorum? Seni özlememe izin vereceğin bu son zaman olsun.’
‘Benim yolum bir tavuğu bulup yolmadan sona gidecek ve orası çok sıcak.Henüz soğuğu arzulayacak benden genç bir ruhun ve bitirmediğin bir yol var Helga.’
Şehrin ışıkları yavaş yavaş sönüyor.Biz gittikçe kararan bir yola doğru ilerliyoruz.Mumların şehri kurtarmasına nefesleri yetmez ve bataklığa saplanmış bir ayağım var.
Helga enjekte ettiği şu aptal kimyasallardan kolları morlaşmaya başlamış zavallı bir kız şimdilerdi.Ne kadar çok tozlu ve pisliğin bile yuvarlanmakta zorluk çektiği şu üçkuruşluk evimde kalmasına izin verirsem orası onun için o kadar bok çukuru olmaya devam edecek.


Bir sokak bitiyor bir uzun sokak daha başlıyor yol almamız için.Sigara alacağım açık bir tekel görmedim henüz ara sokaklar boş konuşmak için oldukça uzun.Onun masalsı sesinden daha fazla soru duymak istemiyorum.Böylesi daha acınası bir durum olacaktır.Bunu anlamış olmalı ki o da rahat bırakıyor aramızdaki sessizliği.


Yanan bir ışık gördüm.Hızlandırıyorum adımlarımı.


‘Hani sigarayı bırakıyordun?’
‘Bu oldukça gereksiz.Seni bıraktıktan sonra onu da bırakmayı denerim.Hem o özel.. Yolu uzun bi deve ve onu içenle beraber çöl sıcağında cehenneme sürükleniyor.’
‘Cemal de seni seviyor olsa gerek benim seni sevdiğim kadar...’


Duruyorum.Gözüm yolun kenarındaki yarı dolu bira şişesine ardından bağlamayı unuttuğu hurda postallarına takılıyor.Aynı benim ruhum gibiler.Çöplükten yeni çıkarılmış,çirkef ve kirli.


Ona doğru dönüp, ilerliyorum.Bir adım uzağımda gözlerini bana dikmiş.Saçları yüzünün birazını kapamış hızlı adımlarımızdan olsa gerek ve nefes alıp verişi düzensiz.Yeni yeni oluşmaya başlayan kalbini görebiliyorum.Kırılgan ve hassas ve alabildiğince kırmızı.Kan kırmızısı.Bir sürü sürüngen bu kalp için hayatını feda edebilirdi.Cebimden çıkardığım pantolon askılarını arka ceplerine doluyorum ardından omuzlarının üstünden yavaşça geçirip kirli beyaz gömleğine sürtünen ellerimle pantolonunun önüne iki taraftan takıyorum.Nefes veriyor yavaşça.

Helga! Daha incecik bilekleri var.Üstünde adımın baş harfi ve o muntazam yazısıyla kazıdığı H.
Hiç bu kadar değerli gelmemiştim kendime daha önce.Hiç bir adamda görememiştim o bakire H harfini.Ve umutsuz masumiyeti.
Hızlanan nefes alıp vermelerinin arasında dudaklarına dokunuyorum ve ardından öpüyorum yavaşça onu.


‘Üzgünüm.Ben sensiz yapamam.’
Helga bunları söylerken o kadar umutsuzca bir ses veriyor ki bu durumda ne yapsam bilemiyorum.
Sırtındaki gitarı yere bırakıyor.Yağmur damlacıklarının oluşturduğu çukurcukla oynuyor.Sanırım aramızdaki bu ilginç diyalogdan beni de kendini de kurtarmaya çabalıyor.Her ne kadar benimle olmayı arzulasa da Helga’yı iyileştirebilecek güce sahip değilim.Ama yüzüne her baktığımda aldığı o ifade,beni ondan ayırmamak için çabalayan geçerli bir neden.Geçerli ve bir o kadar halimize acındıracak tarzda...


İç çekmeye başlayan bu kızın benden gerçekten neler beklediğini sorgulayamayacak kadar bencilim.Nasıl böylesine seks ve harabeleri kendine yer edinmiş bir insanı bu kadar karşılıksız sevebilir ki? Erkeksiz bir hayatta yapamayacak olan bir ben.Bu kadının hayatımı sürtük bir palyaçoya çevirdiği kesin...


‘Aklım hiç bu kadar seninle dolmamıştı.Kalbim hiç bu kadar seni istememişti.Ellerim bir gitarımı bir seni tutmak isterken neden benden uzaklaşmak tek çözümün olsun ki?’
Bütün bu kelimelerin yavaş yavaş hüzün dolan o sesi çıkartan güzel mi güzel Helga’dan gelebileceğini ömrümün diğer yarısı olmaya başlayan cehennemimde bile düşünmezdim.


Helga’nın bu genç yaşında eşcinsel olmayı seçmesinin sebepleri vardı.Erkeklerle,sadece kadınlarda olan o saçmalık 3 yıldızdan hiçbiri bağdaşmamıştı onun hayatında.Para.Parayı umursamazdı hayatını renklendirecek şeylere yetse, iyiydi.Aşk.Oldu zannetti,ama gerçekte öyle bir şeyin efsane olduğuna artık inananlardandı.Kör değildi.Aşık oldum diyenlere de kör gözüyle bakmıyordu ama benim gibi.Egolar.Onlar vardı tükenmeyeceklerdi.İnsan,bitmeyen tahmin edilemez somut arzularla doluydu.Evet bu öyle birşeydi ki hayatları kimi zaman yüceltiyor gibi görünse de işin gerçeği çökertiyordu yavaş yavaş.Dışarıda benim tanıdığım Helga’dan bambaşka birisi vardı.Ona sorsam acı çekiyordu ve hiç biri zevk vermiyordu parasal yaklaşıyordu erkeklere sadece,onların tatminkarlıkları umrunda bile değildi.Uzak diyarlarından geldiğinden beri şu ağızda patlayan şekerlemeleri almaktan, her Cuma günü benim garların orada dolaştığım saatlerde; denize yakın bölgelerdeki camilerden çıkan şu bazı dangalak tipleri kesip kısacık eteğiyle dolanarak birini gözüne kestirmeyi ve bir ara sokağa girip ne istiyolarsa yapmayı öyle ya da böyle cebine para koymayı,o paraları takip ettiği yazarların ikinci üçüncü bilmem kaçıncı kitaplarına yatırmaktan vazgeçemiyordu.Gitarını seviyordum.Eskimiş ve bi yığın tarihin üstüne kazındığı klasik gitarını seviyordum.Onu çok dolu olmayan sırt çantası ve giydiği kısacık eteğiyle garın bir köşesinde oturmuş Dylan parçaları çalarken görmüştüm ilk kez.Yaptığım klasik hareketti istasyonları seviyordum.Bu taraf,karşı taraf farketmiyordu.Üç kuruşluk zevkim vardı: garlar,insanlar ve her gün kafamda çaldığım şu eşsiz şarkılar.Kaderin kurşun askerlerini garlarımda sıraya diziyordum.Onlara rastgele silah çekmeyi ve onları yüzlerini tanımaya fırsat vermeden kurşuna dizmeyi seviyordum.Ne bekledikleri bir şey vardı benden ne de kaybettikleri zamanları.Vurduğum her bir asker gökyüzünde, hiç varolmamış gibi kayboluyordu.Bu oyunu seviyordum.Bu kurduğum düzeni.Kimi zaman beni ezip geçen insan yığınına aldırmıyordum.Kaderin silahını askerlerime doğrultuyordum.Helga’yı beni sevdiği kadar sevmiyordum ama o askerlerimden farklıydı.Onu bulmuştum,yok etmemiştim.Yüzünü inceleyip,insanların görmekten çekindiği o masumiyeti görmek istemiştim ben.Güzeldi ve bu insan yığınları arasından parıldıyordu.Parçayı gözlerini kapatmış çalıyordu.Sanki hep o gara aitti Helga’da,benim gibi.Elimi uzatmıştım parça bittiğinde.Rüzgarı hissettiği gibi gözlerini açmıştı,bana bakıyordu.Fikirlerimi değiştiremese de ilk defa zihnimin derinlerine giren insandı,yaratıktı,yaşayandı,kadındı o.Her ne halt olursa olsun, içimdeki lanet duygulardan kopamıyordum,hep bir bağım vardı denizaşırı tutkularım haricinde...İnanmıyordu dünyanın yaşanabilecek bir yer olduğuna.Ben de inanmıyorum tümüyle.Şu askerlerimi tüketiyorum her bir yaş ilerlediğimde.Gerçi Helga’ya uzattığım elin bedeli bir insanı daha ki kutsal insanı,kadını;ya da gereksiz bitkisel yaşam insanı,kadını hayatıma aldığımdan beri.


‘Helga!’
‘Seni istemek,okyanusları istemek.Senden kaçıp kurtulmak okyanusları yutmak.Onları yutamam ancak onlar beni yutarlar...’ ve anlıyorum.


‘Come lay with me love me and I would surely stay...promise.’



Sokağın ortasında gözleri birbirine kenetlenmiş iki kadın,iki ölü,kaderin iki askeri kurşun yağmuruna tutulmuş.
Diz çökmüş şarkıya kulak veriyor.
Güneşin hiç doğmadığı iki hayat.
İki farklı hayat şimdi burda buluşuyor.
Helga çalıyor ben söylüyorum.
Dudaklarım kulaklarına değiyor.
Daha sonra dudaklarına.


‘Now I feel I’m growing older
And the songs that I have sung.
Echo in the distance
Like the sound of a windmill goin’ round.
Guess I’ll always be a soldier of fortune.
Guess I’ll always be a soldier of fortune!
...’


Fall in love with u
...
Uyandığımda onunla sokağın ortasında uzanıyor olmak
Hep tutmak istediğim fakat bir türlü ulaşamadığım ellere uzanmak
Onlara dokunmak
Bunlar artık bırakıp gidemeyeceğim duygulardı.
İhtiyacım vardı
Değersiz gibi görmemeye
İhtiyacım vardı
Herkes gibi sevilmeye.
Ona...
Güneş tutulması gibi bir anlık
Kaybetmekle kaybetmemek arasında.
Görmekle görmemek arasında
Hissetmekle hissetmemek arasında
Bir kadın ve bir kadın
Uyandım ve rüyaya devam ettim..
Tek yapmam gereken şey buydu
Rüyaya devam etmek.
Tıpkı seninle oynadığımız suçlu oyunlar gibi...

Hiç yorum yok: