Aralık 29, 2009

Sürtük

Rüyalarım boğuklaştı
Derin bir nefes al!
Haykırıyorum ismini
Kuşkusuz çok terliyorum
Soyunuyorum
Dönüyorum yatağımın içinde

Sabah olmuyor
Uykum kaçtı
Düşüncelerimde bir adam
Yaklaşan.. nefes alıp veren..
İstiyorum,onu çok istiyorum.
Yüzüyorum duvarlarda
Geçmek mümkün değil

Beni boğuyorsun
Öldürüyorsun sonra tekrardan aynı şey...

Öpmelerin pek bir yakıcı
Ellerim neden bağlı
Nefesim hızlanıyor 'hahhh hahhhhh!'

Sabah doğdu
Güne başlama saatleri
Öylece yataktan çıkıveriyorum
Aynalar gösteriyor gözlerini
Gözlerimi kapadığımda gördüğüm gibisin
Biliyor musun şimdi farkettim
Senin öpmelerinle güzelleşiyorum
Canımı yakıyor

Ama gülesim var sana
Planların işlerliği
Yaptıkların yetmedi
Ellerin beni duvara yapıştırmaya yetti
Aşk sancıları bacaklarımı hissizlieştirdi
Ey avcı
Sen beni böyle otlakta bıraktığın sürece bende avlanmayı öğreniyorum
Sonra tekrar ve tekrar sömürdüğün kalbimi almaya geliyorsun.

Aralık 24, 2009

Sindirerek içime çekiyorum seni

Şimdi mutluyuz..
peki yarın için düşündüklerimiz..
ne kadarı yapay ne kadarı merhamete bırakmış ellerini
sabaha nasıl kalkacağımız önemsiz
önemsiz yer ve zaman
varlığı yetiyor..
burnumun ucunda nefesi burnuma değiyor.

hissettiklerimi bende anlayamıyorum
sadece hayal mi gerçek mi anlayamadığım şeye doğru eğiliyorum
öpüyorum
sarılıyorum ardından tekrar ardından..
ama onu hiç istemediğim kadar istiyorum
bu seferki ayrılık çok geldi
düşünceler solgun
şimdi düşünceler yersiz
bazen oluyor ya burnumu çekiyorum
öyle ki aklıma tek bir görüntü geliyor o zamanlar
neden bu kavuşamama neden bu bulutlar neden bu rüzgarın tersi
neden seni sevmek seni aramak her şeyde
sorular neden bitmiyor neden rahat bırakmıyorlar peşimizi onlar
istediğim sadece ufak bir sevmek-sadece ufak bir sevmek..

elleri omuzlarımdayken mutluyum elleri yüzümde
sular akıyor hızlı hızlı üstümüzden
bir yandan da üşümek
titremek içten içe kusursuzluğunun yanında
bırakmak ellerine ıssız bedenleri
yeniden keşfetmek doyasıya.

mutluyum sorgulamadan geçmişi
mutluyum ardına dönüp bakmadan
öylece kalsın istiyorum zaman,hiç ilerlemeden.

not: 24.12

Aralık 17, 2009

Bedroomdrunk


Formed in 2001, by ipek gorgun and ilker cece, who were later joined by evrim ataman and onder sevimli. they organized some of their past improvisations and released an e.p in 2003, titled "this is what happened". during the year 2004, they performed in many clubs of ankara such as manhattan, saklikent, etc. after a small period of turbulence with evrim and onder leaving the band, bedroomdrunk came back with volkan erdogan on additional guitars and edil demirel on drums. and now, they are playing with doruk karlidag on drums and they released their second e.p, "raw", recorded live in june 2007, by volkan yirtici in detay studios. the band broke up in august 2008. now they are back again.
You can listen them
http://www.myspace.com/bedroomdrunk

Aralık 16, 2009

So..


Game over.
Joker.
Now...
Fuck yourself.
Ödüllü “Başka Dilde Aşk” filmi ve oyuncuları, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Projeleri öncülüğünde Türkiye’de ilk kez hayata geçen “Engelsiz Engelli Küreği” projesi kapsamında engellilerle buluşuyor.

Engelleri Kaldır Hareketi işbirliğinde, vizyondan önceki ilk ve tek özel gösterim, 17 Aralık 2009 Perşembe günü saat 18.00’de Sabancı Üniversitesi’nde gerçekleşecek.

Yönetmenliğini İlksen Başarır’ın üstlendiği “Başka Dilde Aşk”, Zeynep (Saadet Işıl Aksoy) ile doğuştan işitme engelli kürek sporcusu Onur’un (Mert Fırat) aşkını konu alıyor. Film ekibi, senaryo ile vurgulanan sosyal sorumluluk anlayışını, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Duyarlılık Projeleri kapsamında uygulanan “Engelsiz Engelli Küreği” projesini ve Engelleri Kaldır Hareketi’nin gerçekleştirdiği projeleri destekleyerek hayata geçirmeyi planlıyor.

Sinema yazarları ve kamuoyu tarafından ilklerin filmi olarak görülen “Başka Dilde Aşk”, gösterildiği film festivallerinden toplam dört ödülle ayrıldı. Uluslararası Kanada Film Festivali’nde senaryo kategorisinde özel seçim başarısını yakaladı. Bu ödülün hemen ardından, 46’ncı Altın Portakal Film Festivali’nden Kent Konseyi Jüri Ödülü geldi. Son olarak ise, Bursa Film Festivali’nde iki ödüle layık görülen film, SİYAD En İyi Film Ödülü ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldı.

Film, Türkiye’de bir ilke imza atarak işitme engelliler için Türkçe altyazı ile 18 Aralık 2009 tarihinde beyazperdede izleyicilerle buluşacak.

Engelsiz Engelli Küreği özel gösterimi
Tarih: 17 Aralık 2009 Perşembe
Saat: 18.00
Yer: Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Amfisi / Orhanlı –Tuzla

Program:
18:00 – Film Gösterimi
19:40 – Oyuncular ve Filmin Yönetmeni ile Söyleşi (Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy, İlksen Başarır)
20:00 – Kokteyl

Aralık 15, 2009

15 December

Mutlu biten bir gün.Güzel bir gün.Sevindirici bir gün...

Baharatlı yaşantımı çeşitli biberle tatlılaştırdığım, suyuyla hafif dinlendirilmiş olarak dolgun bir kıvama getirdiğim daha sonra da kısık ateşte pişirmeye bıraktığım bir gün oldu bugün..
Hallelujah desek yersiz mi olur?:D Peki.
Çok Jazzırtılılaştırıyorum anlatışımı :) ve volümü hafif yükseltiyorum şimdi.
Sanırım artık yolların değişmesine tam olarak karar verdiğim için öyle geldi bana bugün.Evet, çoğu zaman bir oraya sarkan bir burdan ayağı takılıp sulara düşen astral bir dünyada yaşıyorum.Seviyorum dünyamı ahaha yeri geldi mi boş boş acı çektiriyorum kendime.Biliyorum ki gereksiz,yersiz.Kuruntulardan ve aldırış etmeyen insanlara aldırış ettiğimden başıma geliyor hepsi.Ya da öyle demesek mi.Sanırım sıkıntıdan.. Yok canım beni becerirken yanlışlıkla hayatımı becerdiklerinden olmasa gerek.Hayatımdakilere göre; onlarla 'beceriksiz becerenlerlerin' getirdiği problemlerle uğraşmam evet sıkıntıdan ya da şu melankolik hayatımı yanlış değerlendirmemden...Duygularım ve hala gelişmesini durduramadığım garibal hormonlarımın tepkileri ve çıkarları.Secret :)
Hayat...
Hah! Geçenlerde sanırım ona dair kısa ve içli bir şiir patlatmıştım arada :)
'özlü söz mü bu sanki, duydum bir yerlerden..' =S
'naayır onlar bana aitti bebeğim:) Butter-fly oluyordum o sırada da ondan sana öyle gelmiş.'

Peki.


Bugüne dönelim.

Part I
Bir Demet çiçek bekledim yanında sevimli kemancısıyla..Şirin hoş tipitipler:)
Diyeceğim o ki ;

Welcome to my halloween
I have only purple pumpkin
And
I have two crippled hand
You can break
Or
You can take them home and wrap yourself!

Part II
Istanbul Sessions
Güzel bir performans
Jazz'ı onlardan dinlemek keyif vericiydi.
Tanışmak ve konuşmakta :)

Müzik; hayatım boyunca en çok hissettiğim belki de her gün tek seviştiğim şeydir.Onların gözlerindeki müzik,dudaklarındaki müzik ve ellerindeki müzik isteğime istek kattı ve evet onlar kadar samimi, içten ve alçakgönüllü olmak gerekli.Hisler,duygular ve kişilikler kadar dünya düzeninin de değiştiğini görüyoruz ve hissediyoruz.Ve sonuç olarak biz de değişiyoruz müzik kadar,aşk kadar,sanat kadar.. Kitapların önsözleri değişiyor,yazı karakterleri,ev ödevleri,temizlik robotları...ama öyle olmasına rağmen samimiyetimiz kalıcı,kanaatlerimiz ve değişen fikirlerimiz...
Tanrıların ya da kargaların bu değişime ne dediklerinin bir önemi yok ama onlarda samimiyetimizden etkileniyorlar.
Müzik kişisel ama müzik evrensel.Müzik savaş yıkan, barış yapan.O doyasıya yaşayan,doyasıya yaşanılan...

15Aralık: ben bunları yaşadım, bunları hissettim.Uyurken düşünecek çok şeyim var.Ruhum da düzeliyor :D
Hah bir de müziğim değişse uyurken
Jeff Buckley - Lover, You Should've Come Over

Maybe one day it will change but only on my bed.

Aralık 13, 2009


İlhan Erşahin's İstanbul Sessions featuring Erik Truffaz live at Babylon !

Aralık 10, 2009

En sonunda mazeretsiz gidiş yolu


Ufak bir değişiklik
Yatağımda bağdaş kurarak oturmuş aşağıdan geçen yağmur bulutlarına bakıyordum bir taraftan da No Surprises çalıyordu.Bu aralar oldukça dinliyorum radioheadi belki de onları dinlediğimde bir şey kaybetmeyeceğimdendir.Baş ucumda baş aşağı sallanmakta olan Hendrix posterini düzeltmekle uğraşmaya koyulacaktım ama post-itlerin yapışkanı azalmış heralde tutmuyordu aramak için aşağı inmeye karar verdiğim sırada kapının altından bir ilan attılar.Kızlar 7/24telerdi kütüphanede.Junior olmanın verdiği zorluklarla derslere abanıyorlar ellerinden geldiği kadar.Her gün bir başka baş belası ödev çıkıyor başlarına.İşleri zor.Şimdiden ben bile 'öh bu maillerde neyin nesi herbirinde farklı bir işkence!' diye bakıyorken...Elime aldım ilanı ve okuduğum şey hoşuma gitti biraz da gitmedi belki de.

Müzikus, geleneksel "Kampüste Jazz Var!" konserleri kapsamında, bu sene İlhan Erşahin ile birlikte Istanbul Sessions grubunu ağırlıyor. Türkiye'nin en başarılı caz ustalarından biri olan İlhan Erşahin'e Alp Ersönmez'in groovy bası, Turgut Alp Bekoğlu'nun güçlü davulları ve İzzet Kızıl'ın kıvrak ritimleri eşlik ediyor.

Şimdiye kadar Akbank Caz Festivali, Babylon,Bahçeşehir Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'nde çeşitli konserler veren başarılı grubu ilk defa ÜCRETSİZ izleme şansına sahipsiniz.
15Aralık'ta Istanbul Sessions Sabancı Üniversitesi'nde bizlerle :)

Saat 20.00’de başlayacak konserin sonrasında 22.15 Kadıköy ve 22.30 Taksim servisleri ile şehre dönme imkanı da mevcut.Caz müziğe tam anlamıyla doyacağınız konserimizi sakın kaçırmayın!

Aralık 09, 2009

Ne boka yazıyorsun aptal kelebek?

Ağzına sıçayım bir rahat bırakın
Bir terkedin dünyayı
Hiç olmamış gibi bakın.
Bakmak için bakın.
Benim gibi boşveremeyip bakın işte.
Anlayamayıp bakının sağa sola vs.
Dinlemeyin boş duvarları, kafesleri, cehennemleri
Oturun nefes almayın ama
Elbette herkes götüne tekme yediğinde
Izdırap sandığı nedenlerle birlikte yaşayacak bir süre
Daha sonra bırakıverecek
Hiç olmamış gibi davranıp sürüverecek hayatı bok çukuruna
Odalar her nefesini çektiğinde içine daha bir beyaz görünecek her şeyden önce
Gitmeyin benim gittiğim yerlere
Sevilip sevdiğinizi zannedersiniz daha sonra
Işıklarda sevişin sonlardan önce
Haberiniz olmaz gidiverir o siz gitmeden daha sonra.
It hurts to set you free
But you'll never follow me

The end of laughter and soft lies
The end of nights we tried to die

This is the end

Aralık 07, 2009

Dün İstanbul biraz daha farklıydı gözümde
Sanki kaçılması gereken bir yer gibi
Öyle ki düşündüğümde milyonlarca İstanbul var
Açıklamaya bile gerek duymadan terketmekle yetinecekleri.

Milyonlarca yağmur damlasından birini yuttuğumu sanıyordum sadece
Olabilecek son şeylerden biriydi onun beni öldürmesi
Şimdi yavaşlayan hareketlerim
Beni beyaz tavana boş boş bakmaya zorluyor
Gözlerim acıyor ve yutkunduğumda boş bir kalp ağrısı
Zor olan bir şey yok ölmekte
Yaşadığımız sürece kaç kere öleceğimizi bilemiyoruz ki
Ya da ölümlerimizle hangi bedenlerin yeniden hayat bulacağını..
Sadece onların sessizce ellerimden kayışını izlemekle yetiniyorum
Suya karışıyor,karışıyor ve yok oluyorlar...

Kasım 30, 2009



Usumuza bir aydınlık düşüyor
Geri dönüyoruz geleceğe
Boş hayatlara satıyoruz kendimizi
Oyunsa oyun
Kurallar,yıkılan kurallar
Egolar ve ihtiyaçlar...

Dönüyoruz başa
Ve her günü tekrarlıyoruz
Özetler yığın yığın

Bu güzel bir günah
Aklımızı kapatıyoruz ve en iyisini hissediyoruz kimi zaman
Vanilya rüyalar
Vahşi derin sevgilerle yok oluyor
Hırpalanan duygular
Yerini büyüyen yalnız boşluklara bırakıyor
Başka neye ihtiyaç var ki sanki bu boş şehirde
Bu boş odada
Bu boş yalnızlıkta..

Bozuk Ağızlı Tanrılar


Onları kaçırttı
Son insanda adayı terketti

Oyunları bozulan tanrılar
Hoşçakalın.

Başaşağı düşünceler sarkıtıyorduk
Ne oldu sanki
Ne oldu da düzenler bozuldu

The blonde bombshell



Ölülerin büyük yönetmenleri
Her gün farklı bir şey bekler
Dudaklardan,tenlerden,oyuklardan..

''I was stunned. I just stood there. The room was so silent that I could hear tyres screeching on Santa Monica Boulevard.''

Kasım 12, 2009

Hitaben..

Every me & Every you


Karanlıkta daha güzel...
Birbirine karışan sesler
Ucuz hıçkırıklara boğulan on yaşındaki bir kız kadar
Kör duygularım

Şimdi kapının arkasında
Beynimi emen yedi cüceler
Kaybolmaktalar
Duyuyorum
Biliyorum prens, duyuyorum.


Böylesi daha güzel
Beni ve benim şeytanlarımı
Yalnız bıraksınlar

O zaman hatırlarım
Kara günlükleri yakışımızı
'Sen ve ben'dik
Ateşin karşısında saatlerce oturup
Donuk bakışların dumanla kayboluşunu izlemiştik

Her şey bir bir yok olana kadar
İzlemiştik...
Sonra bir müzik açıp dinlemiştik usulca dağınık yatağına uzanıp
Nefes almayı unuttuğumda beni iyileştiriyordun
Orası kolay

Şimdi seni sensiz düşünüyorum.
Yağmur böyle güzel değil
Gözyaşlarıma karışıyor

Ben bir metal paraymışım şimdi yere düştüğümde
Sadece kulaklarını çınlatabiliyorum...

END

I'll Be Yours




I'll be your father,
I'll be your mother,

I'll be your lover,
I'll be yours

Yours...
Y

Kasım 11, 2009

Smile like a sun drunken, back over time


sen de kimsin :)

O da böyle der...

evet evet o kız...
her zaman gördüğümden farklı...
maske takmış
beyaz, bembeyaz üstüne kalp camlarıyla gözlükleri
şaşkınlığımı gizleyebilirim ama öyle bir şey değil
bir anlam veremiyorum sadece
neden bu maskeyi takmış
karşısında onu azarlayan insanlar mı var
güçsüz ve yorgun yürüyor bugün
halbuki o hep...



acaba bu onun verdiği cevap mıydı?
yoksa hiç sorulmayan soruların cevabı mı?
bekledim ama hiç gelmedi
biliyorum
kendi kendime soruyorum
başka ne yapabilirim ki
gerçek hep gerçek
ve gerçek heryerde karşıma çıkıp benimle alay ediyor
şimdi de
farkındalıklar
ve bulutlardan biri daha geçip gidiyor
yağmurun hızına aldırmışlar
onlar böylesine yoksul bir dünyadalar
başımı çeviriyorum
o hala yorgun yoluna devam ediyor
kim bilir hangi soruya cevap arıyor...


evet! hiçbir zaman tam not alamadım
hiçbir zaman senden geçemedim ben
hiçbir zaman elde edemedim duyguları
yüzünü tutamadım boş sokakta
gözlerine bakmak istedim
uzaktaydın
çok uzakta
tanısaydım belki de
yağmur kadar yakın olucaktım sana
şimdi sadece yürüyoruz farklı yerlere
farklı bambaşka yerlere
belki hüzünlerin mor pipetleri ellerinde
ellerimde onlar sana o kadar yakınken
ve uzaktalar bir mor salkımdan yere düşen çiğ kadar
bugün de tamamlanmak üzere gün
ve bir akşam daha geliyor

ama...

yarım hikayeler
yarısında biten kalemler var elimde
ve beni yarım suratla karşılayan kadınlar var...
yeni bir kapı açmadan onlardan biri
senle ilgili bu hatırladıklarımı yazmam gerek

veda

tatlı rüyalar
tatlı hüzünler

Kasım 08, 2009

CLAUDE DİYE BİR ÜLKE

claude diye bir ülke siyah palmiyelerin
değişerek her gece genç kızların öptüğü
yanlış erkekler gibi çizdiği raphael'in
şüpheli dudakları ayva tüyü

cladue diye bir ülke kuşların ürküttüğü
tüylü sevişmesi yağmurlu geyiklerin
kırık masallarının uzaktan göründüğü
lesbos adasındaki bitmemiş şiirlerin

cladue diye bir ülke mermer prensesin
ağzıyla emdiği yılanların sütünü
o kadar korktuğu ibranî peygamberin
ay doğunca yaşayan ay batınca ölü

radyoaktif etkilerle saçların birden
balmumu bir heykel başında uzaması
röntgen yansımaları seramik gözlerinden
ellerinin inatla göğsünü araması
boşlukta katılaşan bir kadın kahkahası
akvaryum yeşili flamand resimlerinden
kaşlarının aynalarda incecik alınması
her şimşek çakışta kendiliğinden
sebâ melikesinin odalık hareminden
kuduslü bir kızın âzeri ağlaması
servirû sultan'ın yahudi dişlerinden
çıplak ten aydınlığına işleyen sızı

claude diye bir ülke neuilly'de damgalanmış
fransız pullarının paris laciverdine
kendinden başlayarak herkeste yanılmış
rüyalar işleyince eksik erkekliğine

claude diye bir ülke hiç kimse uğramamış
okyanus diplerinden yoğun sessizliğine
dünya haritasından oyulup çıkarılmış
uluyan bir köpek bırakılmış yerine

Attila İLHAN

Kasım 05, 2009

Mark Chagall's


Bana Tanrımı geri ver


Ellerini açmış ne bekliyorsun?
Saçlarını çek bilge adam.

Söz verdiğin yerde ne duruyorsun?

Kaçan günleri geri getirmek uzun sürer.

İki yüzünde çirkin biri bana benzer

İçimde karışık bir sargı
Çözdükçe birbirine dolanan.
Umutları yere düşüren.
Gözlerim şimdi tamamen kapalı
Ellerim seni bekleyen.

Usumuza Dokunan Taze Bir Düşünce Oku


Kıyıya inelim...

Salalım ağzımızı suya

Avlayalım tazeliği suda


Yerden bir çakıl alalım
Varoluşun ağırlığını duyalım.

Sohrab Sepehri

Kasım 04, 2009

havada yakalamış

şarkıcı 50 dolarlık purolar içer
ve sahneye çıkıp şarkı söylemeye başladığında
kadınlar ona külotlarını fırlatırlar.
bazı külotlar çantalarından çıkar
bazıları ise üstlerinden.
aşk şarkıları söyler,
istedikleri de budur zaten,şarkı
söylerken sallanıp terler
biraz.
Sinatra'yla kıyaslanmaz tabii ki
ama iyi birine benziyor-
bir enerji dalgası yayıyor,bahçıvanım
ya da tamircim olsaydı
severdim onu muhtemelen.

tanıdığım bir hostes bana bir keresinde
şöyle dedi:''domuzun tekidir.uçuş sırasında hosteslerden birini
tuvalete sokup düzdü ve
kız bel soğukluğu kaptı.adını duymaya bile
tahammülüm yok artık.''

alın işte:aşk bir kez daha çuvalladı.
böyle bir yerde yaşıyoruz ve sürekli başımıza geliyor.

ben hiç bel soğukluğu kapmadım ama ben de
külot bombardımanına maruz kalsam
birkaç kez kapmış olurdum
muhtemelen.

ve şarkı söyleme tarzına zararı dokunduğunu da
sanmıyorum.parayı onun için
ödüyorlar.

Charles Bukowski

Amerikan Edebiyatı II

kişisel olmak en iyisidir.tanıdığım bir profesör var,
bir keresinde birlikte bira içiyorduk,bana,''yazılarında
nasıl bu kadar kişisel olabiliyorsun anlamıyorum,
utanç verici değil mi?''diye sordu.

yanılıyor,her şey kişiseldir.
tarih kişiseldir.sabahları perdeyi
çekmek kişiseldir.bira içmek de öyle.soyut olan da.
nesne de.tahta kuruları ve nevronlar da.

ve hiçbir şey,
hiçbir şey düşünmeden bir merdiveni
çıkmak kadar kişisel değildir.ben sık sık
saatlerce hiçbir şey düşünmemeye bayılırım.

bu profesör,ben gece bekçisi ve sirk hamalı
olarak çalışırken çok fazla ders vermiş
anlaşılan.ona söyleyebileceğim bir şey yoktu
ama elimden geleni yaptım:''biranı iç,''
dedim,''ve karından söz et bana.''

birasını içmekle yetinince
ben de ona kendi karımdan söz ettim.

Charles Bukowski

Kasım 02, 2009


However far away..
However long I stay..
Whatever words I say..

I will always love you.

I whispered

Zordurak

Kar,tepelere yağıyordu
Beyaz büyü
Şimdi korku koleksiyonlarını hazırlamış
Yola çıkmış
Uzaktan...
Sislerin arasından...
Çirkin yüzler,yaşlı yüzler görülüyordu
Gürültülü ve bozuk ağızlar...
Küfürler duyuluyordu...
Asla bilinmeyeceklerdi
Günün birinde
Sonsuz yolculuklara doğru uzanacaktı
Hepsinin bitkin bedenleri...
Uzaklara,çok uzaklara doğru...
Ölümü bekleyecekti günün birinde her biri
Ve her biri bir gün göğe yükselecekti herkes gibi
Rahipler,imamlar onlar bunlar dualarını esirgeyecekti onlardan
Esir kentlerden değildi bu yer
Öksüz şehirlerden ya da onun gibi işlemeli köylerden...
'Zordurak'
Zordurak yolcuları hep ağlamaklı hep üzgün.
Şimdi karlar biter
Ve biz yolumuza devam ederiz
Bir durak ileri ve bir durak
Ve bir durak daha...

-01 Kasım-

Ekim 25, 2009

Lazy Butterfly

Lazy butterfly napping on me
Dreaming of the sky and roly polys
Wake up, wake up, clouds are coming, clouds are coming
Wake up, wake up, rains are falling, rains are falling
Colors in my eye are staring at me
Anchor at my side as sweet as silver
Pleasure, pleasure, don't forget her, don't forget her
Love her, love her, I won't forget her, I won't forget her
Seashell fingernail scratching at me
Brown eyed lullaby singing at me
Come on, come on, try and catch me, try and catch me
Come on, come on, try and catch m, try and catch me
Cotton old cloud smoke I know he feels it
Rising from an oak because I feel it
He burn, he burn, mesmerizing, mesmerizing
He burn, he burn, hypnotizing, hypnotizing
Hopeful wise old worm in his temple
Digging in the dirt staying simple
Married, married, to the desert to the desert
Climbing, climbing, up a ladder up a ladder
Purple hummingbird in the meadow
Suckling at the flow of its shadow
See the day fit your fist in, fit your fist in
It's never too late, I'd like to think so, I'd like to think so
Knife stuck in her paw someone help her
Gather sticks and straw and build it shelter
Don't you, don't you, let her die yeah, let her die yeah

Helena Espvall & Masaki Batoh

TALIBAM! bamm bamm {Bant röportajı}

New York’lu ikili Talibam!

+ Bu isim nasıl size yapıştı, öğrenebilir miyiz?

MATT: 2001 yılında Amerika’nın Afganistan’ı bombaladığı ilk gün NY POST’ta yayımlanmış bir başlıktan geliyor ismimiz. Korkunç bir başlık ve dilin iğrenç bir kullanımıydı bu. Biz de bu ismi alarak anlamını ve çağrışımlarını değiştirmek istedik. Şimdi insanlar bu kelimeyi görünce bombalar yerine New York’ta müzik yapan iki tuhaf tipi düşünüyor.

KEVIN: NY POST muhafazakar zenginlerden Rupert Murdoch’a ait. Bir sonraki günün başlığı da “KABULLSEYE” idi. Basını ve anahtar kelimelerin damgaladıklarını eleştirmek bir kenara ismimiz aynı zamanda Amerika’nın dış ilişkilerine duyduğumuz nefreti de temsil ediyor.

+ Spontanlık müziğiniz için nerede duruyor? Ne kadarı spontan ve ne kadarı değil?
M: Bu turne için 35 şarkılık bir konser listemiz var. Ama bizim grubumuzun en keyifli tarafı her gece şarkıları farklı bir hisle ya da farklı bir tarzda çalabilmemizde yatıyor. Müzik keşif yapmak için çok elverişli. Böylece her gece aynı şeyi çalarak sıkılmıyoruz ve kendimizi sıkışmış hissetmiyoruz.

K: Plastik kompozisyonların engellerinin giriş ve çıkışlarının pazarlığını dilediğimiz gibi yapabiliyoruz. Talibam!, farklı gözüken prensip ve bağlamların plansız bir şekilde karışmasına işaret ediyor. Kendi bestelerimizi yeniden yorumladığımız, nasyonalist grup psikolojisinin sahteliğini eleştirdiğimiz, kendini geliştirme operasyonlarının sosyo politik ve çevresel ahlakını, alfa-insan teoristlerin kanunun kendiliğinden şartlanmış köleleri haline gelişini sorguladığımız bir şey.

+ Emprovizasyonun farklı şekil ve yöntemleri var. Enstrümanlarında çok iyi olan bir ikili olarak sizin emprovizasyon anlayışınızın cazibesinin arkasında ne yatıyor? Benimsediğiniz ve emproviazyonun nasıl yapılması gerektiğine dair kafanızda belirli fikir ve metodlar var mı?

M: Eğer seyirci önünde emprovizasyon yapacaksanız enstrümanınız hakkında bilgi sahibi olmanız şart. Böylece izleyiciyle doğrudan bağlantılar kurabilir ve müziği sadece kendi iç dünyanıza doğru bir keşif yolculuğu olmaktan kurtarabilirsiniz. Onu yatak odanızda yapmanız daha iyi olur. Ben insanların seyirci önünde eğlenmelerini izlemeyi seviyorum ve biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.

K: Sanırım iyi bir emprovizasyon doğal olarak janr, bağlam ve stil olarak algılanan şeylerle örtüşür. Teknik icraların yeterli değişimi ve ileri yöntemler, bir timsahın ölü taklidi yapması misali yetiştirilmiş ve yetiştirilmemiş ses çıkışı kabiliyeti önemli. Bir diğer önemli şey de estetik fikrin sınırlarının dışında durmak, mümkün olan bir dolu fırsattan bihaber olarak tek bir yönteme takılıp kalmamak. Biz tarihsel süreçle kanıtlanmış bir yöntemle ya da seyircinin beklediği ve kabullendiği bir şekilde emprovizasyon yapmakla ilgilenmiyoruz. Grup ve seyirci aynı fikre sahip olunca müzik henüz konser başlamadan ölmüş oluyor. Usta müzisyenler tarafından icra edilebilir, ama biz evrensel grup cazibesiyle kişisel tatmini destekleme fikrini sevmiyoruz. Biz daha ziyade fikirlere sahip olmayan bir müziğin peşindeyiz. Ben bazen nefret ettiğim şeyler çalıyorum. Daha çok estetik bir disiplin, insanın bulduğu ve kabullendiği dersleri yok etmeye yönelik. Çok fazla müzik ve sanat insan duygularının kaygılarını vurguluyor. Ben birinin değerli fikirlerinin ötesindeki, dışarıdaki gerçeklikle kurduğu ilişkiyi gölgeleyen, kendini geliştirme ve senaryoyu kişiselleştirme adına olan sığ tuzakları yok etmek istiyorum.

+ Kendinizi yakın hissettiğiniz ve benzer perspektife sahip olduğunuza inandığınız müzisyenler, gruplar ve sahneler var mı?

M: Biz kocaman ve derin bir suda yüzen, birçok grupta birçok arkadaşı olan insanlarız. Ama yine de bizimle benzer şekilde çalışan insanlar bulmakta zorlanıyorum. Sevdiğimiz kişilerden bazıları: New York’tan Peter Evans, Cooper Moore, Up died sound, Zs, Child Abuse… Avrupa’dan Chops, Api Uiz, Headwar, Ovo, Vialka, But God Created Woman, Hiroshima Rocks Around.

K: Ben geniş çerçevede müzikal beceriye sahip olan ve bu sayede ses ve müziği o kadar da gerekli kılmayan yetenekli müzisyen ve bestekarlara ilgi duyuyorum. Kültürel anlamda farkındalığa sahip gruplarda çalışan, üzerlerine minik güzel kendiyle takıntılı programlar giymemeyi seçmiş, ikonlaşmış figürlerin damarlarını manipüle etmeyi bilen, popüler şarkı yazarları tarafından getirilmiş harmonik ve sahneye ait metodolojileri anlayan ve sorgulayan insanları seviyorum. Ben bir grupta olmanın ne anlama geldiğini sorgulayan grupları seviyorum. Sınırları zorlamayı sorgulayan, var oluşu öğrenilmiş olandan ziyade süreçte yatan gruplar ilgili çekiyor. Son zamanlarda sık sık Stockhausen’in 50’lerden kalma solo piyanosunu dinliyorum.

+ Eğlenmeyi seven bir grupsunuz. Müzikte şu an en sıkıcı bulduğunuz şeyler neler?

M: Ben bir minibüsle gelip tüm ekipmanı kirlanmış olan ve rock yıldızı gibi davranan ve kendini bir şey sanan grupları çok sıkıcı buluyorum. Ben müzikte bir drone ve ritimden daha fazlasını arıyorum. Özellikle de kolej eğitimli beyaz çocuklar tarafından icra ediliyorsa…

K: Sorgusuz sualsiz takılan grupları çok sıkıcı buluyoruz.

+ Plak şirketlerinden yayınlananlar dışında kendinizin albüm hazırladığı da oluyor. Hala kendi hazırladığınız albümler var mı? Yeni bir tane hazırlama planı var mı? Talibam!’ın ajandasında neler yazıyor?

M: Bu turne için yanımızda elle numaralandırılmış ve sınırlı sayıda üretilmiş üç CD’lik bir Live Talibam! setimiz var. Her CD 60 dakika ve içinde iki konser barındırıyor. Delirmek ve hayat boyu yetecek kadar Talibam! isteyenler için… New York’ta ve başka yerlerde yeni albüm kayıtları üzerinde de çalışacağız. Tabii turneden dönünce. Talibam! Hard Vibe Trio olarak saksafoncu Jon Irabagon ile ortak bir şeyler yapma planı ve “Talibam! goes to bed with Sam Kulik and discovers Atlantis” adı altında tromboncu Sam Kulik ile kayıt yapma planı var. İkili olarak da “Puff up the volume” ve “Corpse Riot” adlı iki parti albümü üzerinde çalışacağız.

K: Aynı zamanda tatiller için multimedya bir tiyatro gösterisi üzerinde çalışıyoruz. Bu senenin sonuna doğru yayınlanacak olan The Peeesseye + Talibam! CD’si var. Ocak ayı için bir Kaliforniya kış turnesi planlıyoruz ve Mart’ta da onuncu Avrupa turnemizi yapmaya hazırlanıyoruz. Nisan’da da bir Japonya turnesi olacak. Mayıs’ta ise yeniden bir Avrupa turnesi. Tüm bunlar olurken her ikimiz de farklı gruplarda çalıyor ve müsrif yaşam tarzları icra ediyoruz.

Ekim 24, 2009

Killer in Eyes


I

Suçlu zevkler
Beni deli ediyor
Başımı çeviriyorum
Başka bi köşeye
Gördüğüm ışıklar aynı
Aynı insanlar yine orada burada
Gülüşüyorlar sahte sahte
Ne bulduğumu bilmiyorum bu şehirde
Derimin altında bir şey akıyor ama

Hüzünlü baykuşlar hosteline dönüyorum
Saat epey ilerlemiş yine
Büyük umutlar düşüyor gökten sanki
Onları topluyorum
Cebimdeler

Silüetlerin yavaş yavaş kaybolduğu bir dünya burası
Niceleri köşede duran piyanoya dokunmuş
Niceleri makyajını sildirmiş yosmasının kıçına
Buğulu ışıkları geçiyorum
Geçen yılın yanıp sönen ışıkları yeni yılı bekliyor anlaşılan
Merdivenler pek dik geliyor yine
Zaten başım dönüyor

Kırmızı günlerden biri
İçerde dolapların kapakları açık
Her biri renkli renkli
Koyuyorum sarı olana üstümdekileri çıkartıp
Atıyorum kendimi yatağın birine
Kimbilir hangi cehennem yaşanmış dün geceden
Etraf darmadağınık
Sigara izmaritleri yatağın kenarında
Herneyse ne önemi var
Karasulara dalıcam gözümü kapadığım anda nasılsa

Artık duymak istemiyorum
Boğuk ağlama duvarlarını

II

Sabah buğulaştırmış camları
İpekten çiçekler kadıfe bordo
Buz tutmuşlar
Gözlerim aralanıyor
Kayıp şehre güneş doğuyor anlaşılan
‘cehennemin dibini boyla seni piç’diye bir isyan
Aşağıdan ağlamaklı bir hatun geçiyor
Güzel bir sabah değil doğru
Birkaç saat uyumak yine de iyi gelmiş ama
Sessizce izliyorum pencereden şehri
O da sessiz
Kurt kuzu uykuya dalmış sarılarak elbette
Biliyorum
Dar bir sokak
Ama baldır bacak gözüküyor İstanbul
Güzelsin...
İçinde aşk,ayrılık,acı...
Sabaha her şey güzel her şey yine umut vaat eden
Gecelerin şeytanlığına bir örtü örtmüş olsan gerek
Üşümezler...


OLD MAN

Old man look at my life,
I'm a lot like you were.
Old man look at my life,
I'm a lot like you were.

Old man look at my life,
Twenty four
and there's so much more
Live alone in a paradise
That makes me think of two.

Love lost, such a cost,
Give me things
that don't get lost.
Like a coin that won't get tossed
Rolling home to you.

Old man take a look at my life
I'm a lot like you
I need someone to love me
the whole day through
Ah, one look in my eyes
and you can tell that's true.

Lullabies, look in your eyes,
Run around the same old town.
Doesn't mean that much to me
To mean that much to you.

I've been first and last
Look at how the time goes past.
But I'm all alone at last.
Rolling home to you.

Old man take a look at my life
I'm a lot like you
I need someone to love me
the whole day through
Ah, one look in my eyes
and you can tell that's true.

Old man look at my life,
I'm a lot like you were.
Old man look at my life,
I'm a lot like you were.

Bulvar Prensi Ölüyorum


Alkolizmden öldü
Nasırlı sinekler bulvarı prensi
Yaşamak istediğini biliyordum
Fikirler var

Kimse
İstediği gibi olamaz tabi
Koşulsuz dünyalarda

Yapraklar döküldü yazın ortasında
Son nefesi içine çekene kadardı rüyası
Yine de gözlerini devirmedi
Gelenleri selamlıyordu
Uzaktaydım
İzledim düşüşünü prensin
Bulutların arasındaki ışıklar onu alana kadar
Benimle konuşmadı

Geceleri sigarasını yakıp
Kanepenin altına yuvarladığı şarap şişesini çıkarırdı
Yamuk ağzıyla şiirler savururdu
Arada bir tebessüm ederdim

Bir daha dönmeyecek
Ölü melekleri çaldı kapısını

Çilek kamyonlarının önünden geçtiğini anımsadım
Bir kez daha
Sanırım bu sondu
Kokularını çektim içime
Gözlerimi kapadıkça bulutlaşıyordu yüzü
Siyah bulutlar grileşiyordu sonra pembeleşiyorlardı

Kapısını çalacağım o insan
Kalp ağrısından öldü
Kırık kalbi son kez yanımda attı
Nice amerikan rüyalarımız vardı
Konuşacak yüzlerce basit şey

Dönüyorum geri
Kapıyı çekiyorum
Anahtarlarını içeride bırakıyorum
Prens
Artık seni yalnız bırakıyorum

Yanılıyor her şey
Geleceği siliyorum
Utanç verici değil mi?
Ölümünü izledim
Ve
Her şeyi olduğu gibi terkediyorum

Siyahlar grileşmekten vazgeçiyor
Düzülmüş bir üzücü hikayeye boğuyor başlangıçları

Saçın başın dağınık
Yatağında
Derin derin...

Son bir kez elimi tutmanı istemiştim oysaki prens
‘Masumiyeti kaldırmayan bir yüzün var’ dedin.
Siliyorum şimdilerde grileri
Derin çizgilerim daha çok belli oluyor

Yeni zorbalar geçer artık
Bizim öğrendiğimiz o
Zor dersi
Öğrenmek zorunda olan
Ölüm profesörleri
Görkemli
Ve
Sıcak dudaklarıyla öperek karşılar

Kolay olmayacak artık hiçbir şey
Hani ürküyordum ya cesaretinden bulvar prensi
Yavaş yavaş
Gerilediğini hissediyorum hayatımdan

Sabaha karşı beni
Kollarına çektiğini biliyorum
Ölüyorum...

Eylül 29, 2009

Dropping Butterfly
















Düşler güzeldi suya düşmeden
Oyuncak hamurundan kurduğumuz bir dünyamız vardı
Geri getiremediğimiz inançlarımızla şekil vermiştik bir zamanlar
Şimdilerde hepsi biçimsiz ve çirkin
Bazen çağırıyorum yanıma seni ve anlatamadığım şeyleri yine ve yine dile getiriyorum
Dönmek istesemde dönemiyorum geri
Biliyorsun bundan çok daha karışık bazı şeyler
Ve yine baştan başlıyor çözümü olmayınca
Bir zamanlar kırılgan dediğin kanatlarımı kırıyorlar şimdi
Teker teker...
Düşmeye mecbur kalıyorum
Çabaladığım zamanlar var
Bunu biliyorsun çoğu zaman
Beni yalnız bırakmıyorsun ama yoruluyorsun
Umrunda değil
Sen beni dinleme
Geri dönüşümler kaderlerimizi silmiş
Geri getiremediğimiz anılarımız ve boş umutlar var
Onlar silinmiş evet ve gittikçe yoruyor bu yalnızlık beni
Aşk hiç gelmedi nasılsa sorun olmuyor
Ama seni özlemek nasıl bir şey
Delicesine aşık olmaya çok yakın belki de bunu biliyorum
Evet belki en hassas noktamız bu
Ağlıyor bütün değirmenler
Ama öyle bir şey ki istiyor bütün hayatlarım seni
İstiyor istiyor ve yeniden istiyor onlar seni



hep bi seçenek var zannetmiştim ama seçenekler çözümleri olmayan birer kafatasıymış..
hayatımı verdiğinde ellerime
gerileyen dünyamın altında ezildiğimi hissettim
tekrar sarsıldığımda yok olmuşluğun verdiği ızdıraplardan birini çekiyordum
ne kış kadar sıcağı hissettim ne yazın olduğu kadar soğuk duvarları
kelebeklerin sesleri daha bir uzaktaydı
bu ne bir şiddetti ne bir hüzün perdesi
sadece...
kayıp
sen de olduğun gibi ayaklarımın altında silinmiştin
her şey daha bir saydam sarı saydam rüya

Eylemsiz Etiketler


Uzaklarda horozlar ötüyor
Uzaklarda başları kesiliyor
Paketleniyor
Yolculanıyor
El sallıyoruz şarkılar türküler
Tekrar uzaklarda ve tekrar
Beni anlamak zorunda değilsin diyor bir horoz
Başı kesiliyor
Beni kınamaya hakkın yok diyor bir horoz
Başı kesiliyor
Gidiyoruz horoz çöplüğüne bırakıyoruz leşi
Leşlerin lanet hayaletleriyle uğraşıyoruz
Damgalıyoruz kıçlarından
Dillerinden konuşuyor gibi yapıyoruz rolün rolü
Gülüyoruz eğleniyoruz
Baş kesiyoruz
Ressamlar tavuğun değil horozun resmini yapmayı yeğlemiş
Biz de kellesiz horozları ödüllendiriyoruz
Kısaca Kızıl Çengelleri evcilleştiriyoruz

Temmuz 29, 2009

Külkedisi


Reflekslerin sessiz rüzgarları
Süpürür tozu dumanı
Yutturur saf kıza
Aşkın çürük peynirlerini...

Tahtaların oyulmuş kısımlarından
Tahtakuruları sızar dışarı yavaşça
Amaçsız insanlar mevkiinde
Hizmetli tabiki bizim külkedisi

Birtakım mağara adamları
Üşüşür başına durmadan
Hırpalanır,tökezler ayağı
Yolunu kaybeder
Dolanır ayakları sarhoş bedenine

Kalabalığı yarar geçer bir aşık
Gözleri derin gözleri yaralı
Sessizliğin buğulu müziği işkence
Yavaş yavaş yaklaşır adımları
Eğilir tutamaz sevdiğinin ellerini
Sonra yavaşça uzatır ellerini aşığına
Amaçsız külkedisi...
Yorgun ve bitkin
Dünyanın alaca renklerini göremez olmuş o güzel gözleri
Tek bir kelime var:
'Bir öpücük dindirecek acıları'
Süründürecek kötü bir ruyayı
Kabuslar bir büyü gibi sarmışken
Etrafta yeşille karışık bulutlar olacak
Kaçışır bütün insanlar dünyanın çirkinleri
Saçları dalgalanır kırmızı pelerininin altından
Islak ayaklarından çekilir gölgeler
Soğuk ateşle yıkanır elleri

Sevgiyle karışık yakarışlar
Aşk geri gelir ve yere eğilir
İnsanların kaçışan bakışları şimdi donuklaşır
Güzelliğin şiddetli parfümü yayılır etrafa
Bulanık düşünceler kaybolur
Sonsuzluğa mutluluk külkedisi rüyalarında...

Temmuz 22, 2009

Benim Hüzünlü Perdemin Kırılan Okları

Baş rolleri belli olmayan birkaç insan topluluğu var şimdilerde karşımda.Büyük bir kitle...Oturduğu yerden doğurgan eleştirileriyle her gün çoğalıyorlar.
Sıradan göçebe konular açıyoruz.Benimle not alıyorlar,kaydediyoruz.Öyle pek sıradan bir iş değil koyuldukları şey karşımda.Konuya hemen girmek gerekirse pek bir naziğimdir normalde eleştirilere karşı değer veririm ama konuşulan mesele kaçamak yazılar diye nitelendirilmesinden hoşlanmadığım şiirlerim...Ama karşılarında oturup bana sordukları soruları pek bir can kulağıyla dinleyesim gelmedi ve tam olarak bir savunma hazırlamış değilim bu yeni yetme olmayan (köklü) çocuklar adına...
Neden şiir yazdığım hakkında bazı yorumlar var ve konuşmada soruların arkası kesilmedi...Ciddi bir konu tabi ki edebiyata girmek isteme ve adım atma meselesi ama sorular bayat ve sıradan olunca...
'neden şiire bir meyil var?'
'hikayelerin ucu ne oldu kaçtı mı tekrardan yakalayamamak kötü olsa gerek?'
'roman yazan adamdır demiyorum ama şiir ucuza kaçmak gibi;bir kaçamak gibi ya da bazen kısa kestirip atmak gibi.'
evet biraz sinir bozucu tekerleme tarzı yadırganması gereken sorular...
Hatta yazdırıp,giydirip,süsleyip sahibine teslim ediyor olmam bile enteresan gerçeği bunun adına bir şiir yollayabilirim lafın geldiği yöne paket servis :D

Yeni yeni kendimi bulduğum şu yolda -şiir yazası gelmek- bence pek bir olumlu gelişme.Bazı insanlara fikir akımlarının en sıcak dalgasını yarattığı hatta bazı insanlara göre ise halka açık plaj,mini etekli bay-bayanlar gibi sert tabirleri de var.Bende ki kavramı ise özgürlük,kıymetli ve dokundurucu hatta bazen 'düşünce fişekleme makinası'tabirini bile kullanıyorum.Eğer sevgili eleştirmenlerim için konuşmam gerekirse eskim ile yenim arasında köprüler bayağı bir kopuk...
Hikayelerin her ne kadar çarpık gerçekliği olsa bile sonu geliyor diye düşünüyorum ama şiirlerde bu durum pek aynı değil.Şu bazı insanların kaçamak tabirlerini içermiyor.Çünkü o kadar (içtenlikle söylüyorum) saf ve bir o kadar da kaba bir açıklıkları var onların ve normalde eleştiri yapanların yüzlerini bu şiirlerde gizledikleri büyük bir gerçek :) örtbas etmek gerekiyor bazen...
Şiirlerin bu dürüstlüğünü seviyorum;hayatın dobralığı onlar ve insanların kendi denizlerinde boğulmalarına izin veriyorlar.Pek fazla bir şiir geçmişim olduğu söylenemez ama bir kitap yapmaya bir tanesi bile yetebilir kimi zaman.Benim 18 kere göz kırpmışlığımı anlatıyor özetle bir kelimede...Tüyler ürpertici şimdi bile yazmak geliyor içimden ve ulaştırıyorum insanlığa bir faydam olacaksa bunu geliştirmeyi de düşünüyorum çünkü çoğu zaman hüzünlü perdelerimizi aralayamıyoruz.Çarpık gerçeklere asılı kalıyoruz ve okuyanların yazdıklarımda bunu bulmasını istemek isteyebileceğim güzel şeylerden biri...

Bir tünelde bir yüzük atılıyor
Bir yerlerde uzak olmayan
Rüzgarı değiyor fısıltıların
Saçlarımıza ağır ağır
Hatta bir kapı kapanıyor
Aynı anda yavaş yavaş bir erkeğin suratına
İstemeyerek bir 'of' çekiyor
Ayakları çıplak adam
Gözleri çölün karanlığı
Tırnakları yosun tutmuş
İçindeki saklı krallığa yolculuk yapıyor
Binbir çeşit insan
Aynı anda
Farklı gözlerle...

Temmuz 19, 2009

Kum Denizi


KUM DENİZİ

Saatler dükkânında çalınan bir saat
Tik taklarıyla gün ortasında herkesin kalbini durdurmuş
Kolunda bileklikler
Gözleri kapkara ateş tanrısı
Sırtında sallanan çocuğunun ayakları…
Gelen bir çingene
Gelen bir zaman hergelesi

Gün ortasında güneşe sırtımızı dönen biz
Ne o eğlence vakti Rüyalar parkında
Sözlerin karmaşası
Aş, iş, aşk kavgası…

Sevginin sözcükleriyle oynaşırken
Zamanın cüzdanından soygun yürütürken biz
Kelimeler içimizde orada bir yerde sıkışırken
Büyürken bir yerlerde gözü kapalı
Kum deniz yapar yığınlarıyla
Kum deniz kusar içinden

Hergele çingene neler getirdin aklıma
Şimdi isteklerim daha büyük daha kara senin gözlerinden
Sinsi duvarlarından atlarken numarasını çeviririm beni arayan erkeklerin
Al senin olsun her şeyim
Yaşamak istemediğim gerçeklerim
Denizlerim kum denizlerim

Ben yok olurken silinirken bu rüyadan da
Sadece bir istek
Adımı kuma kazıman
Kum denizlerime…

Temmuz 07, 2009

Bizim olan

Karanlık yutsun
Geceler boş ve sınır tanımayan
Işıklar el vermesin
Yüzün görünmesin şimdilik aydınlığa çıkmadan
Kara bulutlar kaplasın her bir yanımızı
Dünya sarhoş etrafımızda dönüyorken amaçsız
Senin sandığım göklerin benim olsun
Nefesini her içime çekişimde
Nefes al durma nefes al
Özgürlük şimdi kulaklarımızda hoş bir tını
Sular çekilsin sahillerinden
Yalnızlık sarsın etrafını
Tıpkı
Tıpkı benim aşık olduğum
Dört duvarım
Gibi
Benim olmak istediğinde yalnızca
Benim ol seni bambaşka yaparken
Ne hoş bir şey gülüşmelerimiz uğultular bazen…
Bazen aramızdaki koca yalnızlık
Ve sessizlik devir daim
Ama sen aşkı tadamayacaksın
Benim gibi
Benim duvarlarım gibi
Sorular hep var olacak dünyanda
Dünyan benim olduğunda
Bilinmez bir sarhoşluk olacak
Yine de aşkı tadamayacaksın
Seninle olacak fikirlerim
Düşüncelerim senin olacak
Sen benim olacaksın

Hayatı Çekerken Kenara

...
Yolda bir meteliksiz
Akşamın bu saatinde
Gurursuz karısı elin sübyancılarına sarkar
Arkadan tren sesleri
Hey gidi Madagaskar!
Birası elinden düşmeyen ayyaş
Cebindeki metelikler yola saçılır
Boş bulunduğu besbelli
Yine de mutlu birasıyla birlikteyken…

Ayyaş katip çeker kenara
Durur Beyoğlu’nda yosmasıyla
Elinde cigara
‘Pardon ateşiniz var mı?’
Sübyancı bu esrarkeş değil ya
‘Buyur’
Yanında yeni yetme çocuklar onunda
Yazık ne anlasınlar
Olsun mutlu onlar da halinden
Birileri kandırılırken diğeri haz alır ya

Kafayı çevirip bambaşka sahnelere geçerim
İşte birkaç müzisyen bozuntusu sokak arasında
Eli cebinde kanlı yaşlarıyla ben
Unutmadan bir öpücük kondurmaya geliyorum yanına
Masumane ama tiksinti uyandıran cinsten
Çapkın psikolog ne der acaba bu umursamazlığıma bir o kadar hayat doluluğuma…
Dün ayrıldım ruh eşimden hiç görüşmediğim sevgililerimden

Dünya bin bir çeşit sorunla dönüyorken
Bazılarının hiç umurunda değil sadece varsayımlarda
Sabaha karşı çıplak bir kadın evde
O,küvette buzlar içinde, sere serpe
Gövde gösterisi palyaçoların
Hangi kanla yıkandığı belli belirsiz
Bir kadın bir erkek onlar da mutlu hallerinden

Dudaklarımda, saçlarımda, ayaklarımda kuş tüyleri
Beyaz her taraf
Şimdi çok daha yorgunum
Güneş ayaklarımdan çekilir
Gecenin karanlığına bırakır biz günahkârları
Yatağımdaki yabancı perdeleri çeker
Hoşça kal hoşça kal boş sevgiler…

Temmuz 03, 2009

Drunken Butterfly

09.06.09


Bugün rüzgâr solgun
Deniz durgun
Hüzün perdeme konmakta
Bir yaş daha kaymakta hayattan
Dün bulutluydu hava
Bugün güneşli

Biçimsiz dünya
Garip Maviler Cehennemi

Hayaletler peşimden koşmakta
Vurgun yedim bugün
İster sevinirim ister üzülürüm
Nasılsa dünya benim olmakta

Şuan bütün sarhoşlukla , mayhoşluklar
Bir boşlukta…
İçimde oluşan cehennem çukurunda

Beyaz orman
Gel beni kurtar
Izdıraplarımdan…

Bilinmezlik gezegenine çek
Ben boğulmaktayım
Nefesim durmakta
Donuk kalp atışlarım
Dalmaçya rüyalarımda
Ben savaşmaktayım
Şeytanlarım benim olmakta

Oyuk bir müzik
Beni baştan çıkartmakta
Bacaklarımdan kara sular akarken

Sevgililerim
Kan kırmızısı gökyüzülerim
Gözlerimdeki ateş renklerim

Filozoflar Parkına hoş geldiniz
Numara: 11
Sokaklar benim göğüslerim..

Düşler Uzakta

Aradığım düşler burada mı merak ediyorum
Ucuza sattığım düşler…
Kolye ucuna yazdığı bir harf kiminin
Kiminin dudaklarına değen sigarası

Kirli çamaşırlar gibi ortalığa saçtığımı biliyorum düşlerimi
Balmumum eriyor
Göz bebeklerim bir büyüyor bir küçülüyor hemen şimdi
Aradığım düşler kanepede uzanmış uyuyor
Bir eli karnımın üstünde diğer eli karnının…
Elleri sevdaların nemli dudakları…

Büyük pencerenin önünde yan yana duruyoruz
Seyrediyoruz rasgele geçenleri
Gözlerini dikmiş bakıyorsun
Kamburu çıkmış bir ihtiyar sopasıyla
Kim bilir ne düşünüyorsun…

Seni inceler oldum bir anda
Hiç kaçırmadığım gözlerim
Bir anda kırpar oldu

Nerede ne zaman kaç kere yaşadık kim bilir
Bu sahneyi
Kaç kere kaydettik bunları not defterine
Telaffuzu zor
Dudakları kurutan birer dalga kabuğu
Birbirini tamamlıyor
Yine ,yine ve yine…
Uzaklaşamıyorum aradığım düşlerimden
Bir adım bulut mesafesi kadar uzakta…

Ucube Düşler

Cebim delik
Paralar taşacak bir boşluk bulmuş
Düzensiz ve nedensiz yere saçılıyorlar
Sesleri geliyor ama ellerim meşgul…

Ne alaka bir katilin portresi geliyor gözümün önüne
Yok etmeye çalışıyorum
Ressamın kırmızı boyasından
Mücevherleri çalınan şişman kadına kadar her şey
Hislerim farklı tabi
Beynim bir yandan uyuşurken bunları söylüyor

Hangisi bir kasap uğruna
Uçurumdan atlıyor ki
Hangisi ucuz bir yosmanın tasması oluyor
Bir fikrim yok
Kısa düşünceler…

Bütün bunları düşünürken
Kalbim ıslak teninin üstünde atıyor
Hissediyorum
Gülüşlerime aldanıp benle konuşma gibi bir planın var oysa
Sadece eğleniyoruz
Dünyayı sallıyoruz
Yatağın altına sakladığımız kartlarımızı arıyoruz

Ucube düşlere dalmak eğlenceli
Benzer özellikleri göstermek sıkıntı yaratıyor bazen

Fikirler çeşitli muhteşem gezegenler
Ellerimin arasından kayıp giden
Bir çeşit insan figürleri
Senin gizli yaşantın
Oyuk duvarlara yerleştirilmiş ufak kağıtlardan ibaret
Onları okuyorum çoğu zaman ucuz bedeninle sarhoş olmadan önce

Baş Rahibenin Irzına Geçmek

insanın kağıt üstünde
kıçını açması
kimilerinin ödünü patlatır
ve patlatmalıdır da:
yazdıkça
kendilerine
"eleştirmen"
sıfatını yakıştıranlara karşı
gardın düşer.
kaçıkların harbi tuhaflıklarını
kendilerine yapılmış
hakaret sayarlar.
şiirin gizemli
munis ve
neredeyse anlaşılmaz
olmasını yeğlerler.
yüzyıllardır bozulmadı
oyunları.
züppelerin ve
sahtekarların mabedi oldu
bu şiir.
mabedin karıştırılmasını
baş rahibenin ırzına geçilmesi ile
bir tutarlar.

ayrıca, karılarını,
arabalarını,
sevgililerini,
ve üniversitedeki işlerini
kaybetmeleri de
demektir.

akademisyenlerin korkması için
neden çok
ve kalleşçe savaşmadan
ölmeyecekleri kesin

ama biz çoktandır
hazırız

ara sokaklardan geliyoruz,
barlardan,
cezaevlerinden,

onların şiiri nasıl yazdıkları
bizi ilgilendirmiyor

ama farklı sesler,
yaratmanın
ve yaşamanın farklı yolları olduğunda
ısrarlıyız

ve sesimizi duyurmak,
duyurmak,
duyurmak
niyetindeyiz

yüzyıllardır süre gelen bu
muharebede.

geldik
ve
kalıcıyız,
böyle
biline.

charles bukowski

Sappho'dan...

Kız sürüsü bir heyecan kalbimde sırnaşık bir sarmaşık
flüt çaldı bütün gece aşkın gizemli sesi geceler rana
maziyi giyinen genç yanınla
Anaktoria,Gyrinna, Attis saçında çiçekli kızlar
eteklerine sarhoşluk bırakarak dans etti gecelerde
paralara yüzün düştü ince seramiğe gizin
otağında efsunlu tüller salınırken
şiir tuttun ateşli gecelerin yatağında
yandı yüreğin lesbos adasının sakin sularında
lavanta saklardı kadınsılığın yalnızlığa
çekmecende iki damla mumlu gözyaşı
dizeler geçerdi yanı başından aldırmazdın
görmezden gelip sonra hepsini kucaklardın
sevgili sanırdı aşklı yanın ki yanılmazdın…

saten uykularda dinlenirdi yorgunluğun
kuş tüyü dokunuşlarda bir avuntu
sevişken rakslarda ince bir tebessüm
diline düşünce üzüm tanesi karasından
içerdin nice sözü morumsu sakinle
gecenin ağılı yerleri kasıklarında beyazlaşır
ıssız yerlerde açardı düş karartıların…

törenler,düğünler yaşardı kızların
elinde bekaret çiçekleri utangaç
salındıkça salınırdı gecenin alevli yerleri
yaşamak uyanıkken de vuslat
şarap düşerdi beyaz tenine sızarak
ellerinde oyalanır dudaklarını boyardın
bordo akşamlar üşüşürdü başına
en kuytularında ay gülümserdi ak pak
sarıl sözlerine sappho zaman kırgın sana
papirüs yapraklarında kaldı dilin
bedenin mumyadan bir tabakada…


gel uykuma söz sarmaşığı otur usulca şarkılar söyle bana
yitirdiğim rüyalı yanlarıma…

Bir Mizaç Problemi

ayın 17'sinin gecesi
bütün gece boyunca radyo çaldım
komşular alkış tuttu
ev sahibem ise kapıyı çalıp
şöyle dedi

LÜTFEN

LÜTFEN

LÜTFEN

ARTIK BURADAN TAŞIN,

çarşafları kirletiyorsun
sonra o kan nereden geliyor?
asla çalışmıyorsun
uzanıp radyo ile konuşuyorsun
ve içiyorsun
bir de sakalın var
bir de her zaman budalaca sırıtıyorsun
ve şu kadınları odana getiriyorsun
saçını da asla taramıyorsun
ayakkabılarını da cilalamıyorsun
gömleklerin de hep buruşuk
niye buradan ayrılmıyorsun?
komşuları mutsuz kılıyorsun
lütfen hepimizi mutlu et
bize bir iyilik yap
ve buradan çek git!


canın cehenneme bebeğim, diye
anahtar deliğinden tısladım; kiram
Çarşamba'ya kadar ödenmiş vaziyette.
tanınmayan bir Alman sanatçı tarafından
yapılmış suluboya nü bir resmi
sana gösterebilir miyim?
Onu $ 1000'e sigortaladım.


katı yürekli bir şekilde
holün sonuna doğru yürüdü gitti.
sanattan pek anlamıyor. Onu
çıplak görmek isterdim
belki de özgürlüğe kavuşmak için
resim yapabilirdim. Olmaz mı?

Bana Aşkını Getir

...
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların, ayyaşların, hapishane
kuşlarının, uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
Charles Bukowski

Yasak Sevişmek

öteki kapımdan gel bunu açamazsın
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardında biri olmasın
hanidir ben bu evde saklanıyorum
adımı değiştirdim başka bir adla yaşıyorum
gece gündüz siyah gözlük kullanıyorum
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel

pancurların gerisinde kararıyorum
içime belalar doğuyor sonbahar doğuyor
telefonda sesini tanıyamıyorum
yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kırılıyor
sabaha karşı gel eski gözlerinle gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
hem tetik bulun ardında biri olmasın

artık hiç kimse beni yaşamıyor
aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler
korkularım oldum bittim kimsesizdiler
yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum
bir revolver romanımı tamamlıyor
oyun bitti ışıklarımı söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapımdan gel bunu açamazsın
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardında biri olmasın

Attila İlhan

PHOEN I X

Ben orda, akşamına orospular dadanan
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber
Ya Tanrıya inanır ya da isyana.

Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam.

Orası bir ölümdür şarabımı doyuran
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar
Vaftizi günışığında bir garip protestan
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından

Edip Cansever

Kirli Ağustos

O da var olanın ağır ağır yokluğu
Şurda bir gündüz kımıldamakta
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri
Gibi bir gündüz
Kalın kabuklarını kaldırır doğa.

Düşer bir balıkçının tersi olan şey
Kirli ağustos! beni oradan oraya götüren eşya
Aklımda üç beş otel ya kalır
Ya kalmaz üç beş otel aklımda
O da değil bir otelin kendisi
Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi
Bir de kahverengi alevlerden yapılma.

Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! göz kapaklarımı da yaktım sonunda.

Edip Cansever

BENİ ÖP SONRA DOĞUR BENİ

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

Cemal SÜREYYA

BALZAMİN

Sen el kadar bir kadınsındır
Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli.
Bazı ağaçlara kapı komşu,
Bazı çiçeklerin andırdığı.
İş bu kadarla bitse iyi;
Bir insan edinmişsindir kendine,
Bir şarkı edinmişsindir, bir umut
Güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
Saçlarınla beraber penceredeyken
Besbelli arandığından haberli
Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
Sevgili.

Cemal Süreyya

SONNET

Çekemezsin bir yere sineden başka.
Biliyorum günler hep böyle geçecek.
Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba,
Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek..

Yalnızlık sade şurda burda değil,
Düşüncede, hatırada ve dilekte.
Hangi taşı kaldırsan, nerde 'of! ' çeksen,
Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte..

Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar.
Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor.
Bir elbise ki, alabildiğine dar..

Nedir bir türlü sırrını anlamadık,
Kimdir bizimle böyle şaka ediyor,
Hangi cebini karıştırsan yalnızlık..

Turgut Uyar

Kır Tanrısının Başı

İçinde öpücükler uyuyan
Görkemli çiçeklerle donanmış,
Yaprakları nakış gibi oyan
Mücevher kutusu, altın bir baş

Beyaz dişleriyle, Kır Tanrısı
Kırmızı çiçekleri otluyor
Ağzında şarap ve kan tortusu
Bakıp bakıp gülmekten çatlıyor.

Kaçtı arasından yaprakların,
Yüreğinde korkunç kahkahanın
Ürpertisi, düşünüyor, şaşkın
Altın öpücüğü ormanın.

Arthur RIMBAUD

Asılmışların Balosu

Balıkçıl darağacında
Selahattin'in şövalyeleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan'ın şövalyeleri.

Yüzleri buruşuk, küçük, kara kulakları
Çekmiş sayın Belzebuth bir iple gökyüzüne
Oynuyorlar şakırdadıkça kunduraları
Tutulmuşlar bir Noel ezgisinin hüznüne.
Kara orglar gibi ince, uzun kollarını
Bak şimdi kucaklıyor çarpık, küçük kuklalar
Bir zamanlar aksoylu hanımların sıktığı
Bilekleri iğrenç bir aşkla dokunmadalar.
Hoyda! şen oyuncular, artık düşünmeyen baş!
Takla atılabilir sehpalar öyle uzun!
Hop! Bilinmesin artık bu ya da dans ya da savaş!
Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth'un.
Ey bundan sonra sandal giymeyecek ayaklar!
Hepsi derilerinden gömleklerini sıyırmış:
Ama böyle çok daha memnun görünüyorlar
Başları üstüne kar beyaz bir şapka örmüş.
Titriyor bir tutam et arık çenelerinde
Çatlak kafalarına sorguç yapmış kargalar:
Çarpıp karton zırhlara gözüpekler, yiğitler
Ölü karanlıklarda sanki dolanıyorlar.
Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz!
Darağacı inliyor demirden bir org gibi
Koşuyor ormanlarında aç kurtlar avaz avaz:
Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi.
Hoyda, beni de alın yaslı kabadayılar
Kırık parmaklarından geçen sessizce, bir bir
Bir aşk tesbihi solgun omuriliklerinde:
Bura manastır değil, ölüler ülkesidir.
Oh! işte ortasında ölüler dansının bak
Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzünde
Sürüklenmiş boşluğa, at gibi şahlanarak
Sanki katı ipi boynunda duruyor yine.
Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını
Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla
Ve bir soytarı gibi barınağa girip
Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.

Balıkçıl darağacında
Selahattin'in ölüleri
Dansediyor, dansediyor
Şeytan'ın şövalyeleri.

Arthur RIMBAUD

Çapkın Kız

Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan,
Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum,
Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken,
Yeter ki karnım doysun, aldırmayıp yiyordum,

Rahattım - oh ne güzel çalar saatin sesi-
Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş,
Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş,
Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.

İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım
Belçikalı kızları bakışından tanırım,
Fazla çatal kaşıkları masadan topladı,

Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana:
Bastırıp parmağını şeftali yanağına,
"Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın" dedi.

ARTHUR RIMBAUD

Onun Şarkısı

Seni ilk gördüğümde
Senin olmayı istedim bir an önce
Seni ilk öptüğümde
Eskiler silindi dudaklarımdan

Hayatıma girdin sıcaklığınla
Aşkını verdin bana
Hiç korkmadan,düşünmeden

Rüyalarımdaydın derin uykularda
Kalbini verdin bana
Hiç korkmadan,düşünmeden

Seni ilk sevdiğimde
Senin kalmayı istedim tüm ömrümce
Beni ilk üzdüğünde
Kaçıp gitmeyi istemedim bir an bile....


Yavuz Çetin'den

Yalnızlık

Sahil sakin ve sessiz
Motel ışıkları durgun deniz
Karşıda bir balıkçı teknesi
Kırık dökük iskele
Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşi özlemi...
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi..
Sahil sakin ve sessiz
Güneş ısıtmıyor artık tenimi
Sonunda yağmurlar geldi
Bu kumsaldan göçmek vakti
Sıcak günlerin yorgunluğu üzerimde
Umutsuzluk görünürde
Henüz batan güneşin özlemi...
Ve bu yalnızlık çekilmez gibi


Yavuz Çetin'den...

Geçmiş Yaz

Gövdemden sızan sular gibi
Akıp gitti bir yaz daha
Sevişmelerle gündüz vakti
Ve beyaz öğle uykularıyla

Bir yazdı artık geçmiş olan
Oysa hala tenimde tuz tadı
Aynı ağlardan çıkardığımız
Bir akşam güneşiyle balıkları

Bir yazdı uzak Gürcistan'da
Kıyısında kartal dağların
Mavi gözlü bir göl bırakan
Düşlerine çocukların

Bir yazdı yaşanan her saniyesi
Ve şimdi kumsaldan eserken rüzgar
Üşür bir deniz kabuğu belki
Ve küçük bir kızı anımsar

Ataol Behramoğlu

Ağustos Konuğu

Odama bir an giren uçucu bir böcek
-Arıdan irice, kanatları renkli-
Dolaştı bir süre, vızıldamadan.
Sonra bulup yolunu pencerenin
Çıkıp gitti

Bir öykü çeviriyordum Çehov'dan
Masamda bira bardağı
-Odam, kitaplarım,olağan dünyam-
Tül perdede ağustos ışınları

Tanık oldu yaşamıma
Bu uçucu böcek, sadece bir an
Çıkıp gitti sonra
Tıpkı yaşamıma bir an katılan
Sonra yitip giden bir sevgili gibi

Ataol Behramoğlu

Temmuz 02, 2009

Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz

bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter

bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlayacak

bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuzbucaksız

bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine
ay'dan kendi sesini dinleyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın
iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm
dağlarda silah atmayı sevdim
ben ki silah taşıdım gizli gizli
dünyanın bütün devrimlerine
boşuna dönmüyor bu rotatifler
boşuna bağırmıyor bu kara
boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı
anamın aksütü gibi biliyorum ki
doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler
ama mutlaka

karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
ben direndim yorulmadım
o yorulup yıkılmayacak


Hasan Hüseyin Korkmazgil

Haziran 28, 2009

Göğe Bakma Durağı

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi aferin tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gizlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

Turgut Uyar